ERTUĞRUL İNCEKUL
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.”
Nazardır, hayata renk ve anlam veren. Nazardır, yeryüzünü inşa eden. Nazardır, insanı sultan ya da köle yapan. Nazardır, kalbimize teselli veren ya da elem zerk eden.
Bakıştır, varlığı kömüre ya da elmasa çeviren. Bakıştır, yeryüzünü süsleyen ya da çirkinleştiren. Bakıştır, Musa’yı Rabbine kul, Firavun’u şeytan eden.
“Şu bendeki aşk olmasa, güzelliğin beş para etmez,” dedirten aşıkâne bakıştır. Yoksa Mecnun’un ne işi vardı çöllerde, Leylâ için değer miydi?
Biz yetimâne sevmeyiz, biz aşıkâne severiz. Bizim yârimiz kara toprak değildir. Biz dostlarımıza hasretten hüzün duyarız, dostsuzluktan değil. Bizim aşkımızda ümitsizlik, karamsarlık yoktur.
Varlıktaki yok oluşlar izafîdir. Hakikatte biliriz ki, her yenilenme için bir nöbet değişimi var. Ayrılık yolundaki meşakkatler kavuşma içindir. Mutlak firak yoktur.
Güneşi görsek, sarı saçlı yâr der, severiz. Yıldızlara baksak, sahabeler der, severiz. Nehirler, dosta giden kollardır, okyanuslar merhametin kucağıdır. Yeryüzü nimetleri, Hak’tan gelen ikramlardır. Hilâl, elif; yıldız, en sevgilidir bize.
Maddeye boğulmuş kalp, ne anlar aşıkâne bakıştan? Mânâdır bizim gözümüz, gördürenimiz.
Hevâ ile bakışı boz bulanık olan, anlamaz Hüdâ’dan, Sevgili’den…
Tabiata kör bir bakış atan, hiç mi görmez yeryüzünü ziynetlendireni? Bir gelin gibi her gün süsleyip nazarlarımıza vereni…
Bizim edebiyatımız da aşıkâne bakışla hüzün cümbüşleri sunar. Mazinin karanlık hortlakları yerine, mazinin dostları, sevgilileri vardır hikâyelerimizde. Mefisto bile onurlu bir düşmandır âdeta…
Şiirlerimizdeki hüzün, sevgiliye kavuşma nağmeleridir. Aşktır, dostlara vuslat arzusudur bize şiirler yazdıran. Dünyanın karanlık yüzünden, sonsuz olana açılma arzusudur…
Ulu mâbetleri göklere el açtıran, yuvalarımızı bir cennet köşesi hâline getiren, mimarimiz değil, bakış açımızdır, aşıkâne nazardır, içindeki ruhtur.
Hayata ve insana dair bakışımız, Yaradan’dan ötürü bir aşktır. Öyle severiz ki Rabbimizi, O’nun nakşını taşıyan her şey bize hoş gelir. Sanatımızdaki estetik de ruh inceliğimizden gelmez mi zaten? Sanatçı dediğin, varlığın peçesini kaldıracak kudreti olan değil de nedir başka?
Musikimizin asırları aşmasındaki sır, yine batıp gidene değil, sonsuz olana meftun oluşumuzdan, ruhun nağmelerinden süzülüp gelmesinden değil midir? Melodimiz, bizim dünyaları aşan ebediyetlere ait nağmeler geçitidir, aşıkâne musikimizde… Zira kâinatı nağmeleriyle raksa getiren hakikatlerin sırlarını ihtizaza veren ilâhî mûsikî hiç durmuyor.
İnsanın mükâfatı, aşıkâne bakışa gizlenmiştir. Kemâl ve Cemâle, aşk değer katar. Boş nazarların tecellîden nasibi yoktur. Marifete yüklenmiştir muhabbet ve tecellî.
Bizim aşkımızda sınırsız ve kıyısız bir mücadele vardır; önce kendimizle mücadele, sonra kemâle erme, pişme mücadelesi. Sevgilinin kusurlarını görmeden sevebilme sanatı… Aşıkâne bakışımızda bencilliğe yer yoktur. Kendini yeri geldiğinde feda eder bizim aşkımız.
Bazen mekânın fakiri olursun, bazen zamanın sultanı olursun ama özetleyecek olursak aşıkâne bakışımızı: Aşk, varlığın en sırlı, var olma sebebi ve gâyesidir. Aşk, Hakîkat-i Ahmediyye’dir.


















