Recep Atıcı
Biz onu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın öncülüğünde başlatılan dinler arası diyalog ve birlikte yaşama iftarlarında yaptığı sıra dışı ve samimi konuşmalarıyla tanıdık. Diyaloğun öneminden bahseder, hitabet yeteneği ve sevimli Türkçesiyle katılımcıları coşturmasını bilirdi. Vatikan İstanbul Temsilcisi sıfatıyla katıldığı etkinliklerde hem Türkiye sevgisiyle hem de müslümanlara olan saygısıyla herkesi etkilerdi. Ayrıca hediye ettiği cevşenlerle pek çok müslümana kendi dua kitaplarını okutmayı başarmıştı.
Hem bu satırlarla hem de yazının başlığında kendisini tavsif ettiğimiz bu zarif insan, Katolik Ruhani Reisler Kurulu Genel Sekreteri ve Vatikan’ın eski Türkiye Temsilcisi Georges Marovitch beyefendidir.
O 1931 yılında İstanbul Bakırköy’de dünyaya gelir. Yolları İstanbul’da kesişen Karabağlı Petro ve Yunanlı İrine’nin en küçük çocuğu olan Marovitch İstanbul’da ortaöğrenimini tamamladıktan sonra İtalya’da hem dinî bilimler hem de hukuk eğitimi alır. Kendisi daha sonra dindar Katolik ailesinin de tesiriyle din adamlığını tercih eder.
Marovitch Şişli semtindeki Papa Roncalli sokakta bulunan Vatikan temsilciliğinde yıllarca hizmet eder. Harbiye’nin daracık arka sokaklarındaki bütün dükkân sahipleri onu tanır ve ona özel bir saygı duyarlar. Tabiri yerindeyse tam bir İstanbul âşığıdır o. Onun diğer bir özelliği de yüzünden hiç eksik olmayan tebessümüdür. Tebessümü ve yardımseverliği ile Harbiye’deki çocukların Marovitch dedesi olmayı başardığı gibi esnafın da sevgisini kazanır. O ruhundaki yüceliklerle bu saygıyı zaten fazlasıyla hak eden bir insandı.
Onun İstanbul’un dışında bilinmesi ise Urfa’daki “Harran Buluşmaları” (Nisan, 2000) sırasında yaptığı konuşmayla olur. O gün dünyanın ilk üniversitesinin kalıntıları arasında yapılan açılış sırasında tatlı bir rüzgâr eser. Bu rüzgâr önüne kattığı tozu toprağı orada bulunan herkesin üzerine boca eder. Marovitch’in üzerinde her zaman olduğu gibi o gün de siyah elbiseler vardır. O, elbiselerin üzerindeki tozlarla beraber kürsüye geldiğinde konuşmasına şöyle başlar: “Allah’ım! Nasıl ki bu bahar günü, bizim üstümüzü başımızı Harran’ın tozu toprağı ile örttün, aynen öyle de geçmişte atalarımızın ve bizim işlediğimiz günahları da öylece ört ve yaşlı dünyamıza son defa olsun bir bahar yaşat!”[1]
Yazının başlığında da ifade ettiğimiz gibi tabiri yerindeyse o bir dua adamıdır. Cebinde taşıdığı Cevşen-i Kebir dua kitabında yer alan Allah’ın en güzel isimleriyle her daim dua ettiğini onu tanıyan herkes bilir. Hatta sadece kendisi bu duayı yapmakla yetinmez her fırsatta etrafındaki insanlara da bir dua hazinesi olan Cevşen-i Kebiri hediye eder ve onunla dua etmelerini ister.
Bu konuyla alakalı bir röportajında şunları söyler: “Bana bu çok güzel Cevşen’i ilk gönderdikleri zaman onu okumaya başladım. O kadar hayran oldum ki, ‘Ne güzel duâlar bunlar.’ dedim. Hakikaten ister müslüman ister hıristiyan isterse yahudi olalım, hepimiz Allah’ın bu 99 ismini biliyoruz. Dolayısıyla bu duâya âşık oldum ve ondan sonra yüzlerce Cevşen almaya başladım. Buraya gelen herkese diyorum ki, “Bakın ne güzel duâlar bunlar. Müslüman kardeşlerimizle birlikte bu duâları okuyalım. Ve Ben de hem memleketimizi hem de bütün dünyayı Allah korusun diye müslüman kardeşlerimle beraber bu Cevşen’i her gün okuyorum.”[2]
Belki hatırlayanlarınız olacaktır. Marovitch, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nındiyalog iftarının daimî misafirlerinden biriydi. Bütün dinlerin mensuplarıyla katıldığı bu diyalog iftarının birinde oraya geliş gayelerinin de beraberce dua edebilmek olduğunu şöyle dile getirmişti. “Bundan 700 yıl önce büyük bir İslam mutasavvıfı olan Mevlâna, Anadolu’muzdan insanlara; ‘Gel her kim olursan ol, yine gel!..’ demişti. Siz müslüman kardeşlerim; yahudi, hristiyan, oruçlu, oruçsuz, fark gözetmeksizin bu daveti tekrarlıyorsunuz. Tabii buraya şehrimizin dört bir köşesinden gelenler normal bir akşam ziyafeti için gelmediler. Buraya gelenlerin asıl niyeti beraberce dua edebilmek ve dünyamıza bir barış ve sevgi mesajı verebilmektir.” [3]
Onu Hocaefendi’ye celbeden şey Hocaefendi’nin en başta bir dua adamı olduğunu anlamasıdır. Samanyolu TV’de yayınlanan “Ufuk Ötesi” programında yaptığı konuşmada Fethullah Gülen Hocaefendi’nin insanlığa Allah’ın özel bir lütfu olarak gönderildiğini, diğer bir deyişle insanlığa yardımlarda bulunması için seçilmiş bir şahsiyet olduğunu söyledikten sonra şöyle der: “Hocaefendi ile görüştüğümüzde onun en başta bir dua adamı olduğunu, bütün yaptığı hareketlerini ve gerçekleştirdiği güzel şeyleri dua üzerine temellendirdiğini fark ettik. Bundan dolayı o Allah’tan aldığı bu lütufları herkesle paylaştı, böylece onun arkasında binlerce kişi toplandı…”[4]
Konuşmanın devamında Hocaefendi’nin bütün dünyada yüzlerce okul açtırarak İslâm’ın güzelliğini temsil ettirdiğini, dolayısıyla kendilerini etkileyen bu temsil keyfiyetinin de Hocaefendi’nin bir dua adamı olmasından kaynaklandığını vurguladıktan sonra sözü şöyle bağlar: “Demek ki biz de hepimiz onu örnek almaya gayret etmeliyiz.”[5]
Marovitch hem Hizmet Hareketi’ne hem de Hocaefendi’ye kendilerini bağlayan diğer bir hususu da şöyle açıklar: “Mevlâna biliyorsunuz ‘Gel, kim olursan ol gel.’ diyordu. Oysa Hocaefendi hem kendisi davet ediyor hem kendisi de gidiyor. Sadece gel demiyor, kendisi de ayaklarına gidiyor. Şimdi bildiğiniz gibi Rum Patriği ile görüşmüştü. Bu çok cesur ve güzel bir hareket oldu. Haham Başı ile görüşmüştü ve sonra da Papa Hazretleri’ne kadar gitti ve onunla da görüştü. Bu şekilde İslâm’ın güzel mesajını bütün dünya ile paylaşmak ve İslâm’ın Allah tarafından gönderilmiş bir sevgi dini olduğunu göstermek istedi. Biz bunu kendisinde ve onun idealinde yürüyenlerde gördük.”[6]
Çok sevdiği ve her zaman takdir ettiği bütün bu güzelliklerden dolayı maalesef soğuk Şubat rüzgarlarının estiği günlerde tanık olarak mahkemeye çağrılır. O güne kadar hiç hâkim karşısına çıkmamış biri olarak biraz heyecanlıdır. Mahkeme tarihinden bir gün önce -Harun Tokak Bey’in anlatısıyla- şöyle dua eder: “Ya Rabbi!” der, “2000 yıl önce Havariler, Hazreti İsa davası için “Allah’ım bizi şahitlerden yaz!” demişlerdi. Benim şahitlik yapacağım zat da İsa meşrep. Hazreti İsa gibi çok ağlıyor, az gülüyor. İnsanlar onu da anlamadılar. Hem onun da Hazreti İsa gibi evlad u iyal derdi yok. Ama bütün insanlığı evlatları gibi kucaklayan bir yüreği var. İşte ben de bugün, o büyük zata layık, şu beyaz saçlarım gibi apak bir şahitlik yapmalıyım. Allah’ım! Heyecanımı gider, dilimin düğümünü çöz, şahitliğimi kabul eyle! Ey boynu bükük güllerin Rabbi, bana yardımcı ol! Ol ki sevgi çarmıha gerilmesin.”[7]
Ankara 2 No’lu DGM’de görülen davada hâkim kendisine Fethullah Gülen’i nereden tanıdığını sorar. O da; “Ben onu önce basından tanıdım. Sevgiden, inanç ve kültürler arası diyalogdan bahsediyordu. Bir gün kendisini ziyaret ettiğimde daha yakından tanıma fırsatı buldum. Bundan sonra onu daha çok sevmeye başladım. Hâkim Bey, sevgi ve hoşgörü esasına dayalı gerçek İslamiyet’i, biz ondan öğrendik. O Hıristiyan cemaatimizi çok etkiledi. Hâkim Bey, o bize İslam’ı sevdirdi. O bize Hazreti Muhammed’i sevdirdi. Fethullah Gülen, sadece Müslümanlara lazım değil; aynı zamanda Hristiyanlık dünyasına da lazım büyük bir insan, büyük bir mütefekkir.” şeklinde cevap verir.
Hâkim’in kendisine yönelttiği diğer sorulara da ikna edici cevaplar vermesine rağmen dava Hocaefendi hakkında gıyabî tutuklama şeklinde sonuçlanır. Bu karara çok üzülen Marovitch, Hocaefendi’nin bir Allah adamı olduğunu ve bütün insanlık için çalışan bir insana karşı çok yanlış yapıldığını ifade ettikten sonra sözünü şöyle bağlar. “Aynı şekilde İsa Mesih için de halkı kışkırttığı söylenmişti. Demek ki bu yoldan bütün Allah dostları geçiyor. Dualarımız Gülen Hocaefendi ile. Bu noktada Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak lazım. Eminim ki yüzbinlerce insanın duaları da onunla. Yargı kararlarına karışmak istemem; ama unutulmasın ki bir ağacın kıymeti meyvelerinden anlaşılır. Biz Hocaefendi’nin hep güzel meyvelerine şahit olduk.”[8]
O günlerde bu sözleri söylemek yürek isterdi. Ama o, tarihe karşı tanıklığını yapmış ve görevin sorumluluğundan asla kaçmamıştı. Ülkenin umut ve düşlerinin bir post modern darbeyle savrulduğu günlerde o dimdik ayakta durmuş, eğilmemiş ve hakkın hatırını her daim âli tutarak hakkı tutup kaldırmıştı.
Evet, Marovitchbir dergi yazısına sığmayacak kadar uzun bir hayat yaşadı. Netice itibariyle her fani gibi o da ömrünün son basamaklarını tırmanırken hemen her yaz olduğu gibi 2007 yılında da Roma’ya gitmişti. 24 Temmuz günü Papa 23. John’un doğduğu evi ziyaret etmek için beklediği peronda itiş kakış olur. Trenle peronun arasında sıkışarak ağır yaralanır. Vatikan’da Türkiye’ye gelecek kadar iyileştikten sonra tedavisinin geri kalanı Surp Agop Hastanesi’nde devam eder. Bu tedaviden sonra beş yıla yakın Şişli’deki Artigiana Huzurevi’nde kalır.
Tarihler 18 Mart’ı gösterirken tekrar rahatsızlanır ve bu sefer Özel Sema Hastanesi’ne kaldırılır. Ancak çoklu organ yetmezliği ve kalpte ritim bozukluğu olan Marovitch 22 Mart 2012 tarihinde kalp durması sebebiyle 81 yaşında hayata veda eder. Ardından Şişli’de bulunan St. Esprit Kadedrali’ne götürülerek bir tören düzenlenir ve daha sonra Feriköy’deki Katolik mezarlığında toprağa verilir.
[1] https://fgulen.com/tr/basindan-tr/kose-yazilari/harun-tokak-yeni-safak-o-gunler-guzel-gunlerdi
[2] https://www.cevsen.de/cevseni-hergun-okuyorum/
[3] Abdullah Aymaz, “Söz Saati” Işık Yayınları, İst. 2007, s. 42
[4] https://www.youtube.com/watch?v=CEMgnF4SWdU&ab_channel=Binasip
[5] https://www.youtube.com/watch?v=CEMgnF4SWdU&ab_channel=Binasip
[6] https://www.youtube.com/watch?v=CEMgnF4SWdU&ab_channel=Binasip
[7] https://fgulen.com/tr/basindan-tr/kose-yazilari/harun-tokak-yeni-safak-o-gunler-guzel-gunlerdi
[8] https://fgulen.com/tr/basindan-tr/haberler/Zaman-Gulene-Halk-Destegi