Abdullah ADEMOĞLU
Survivor programlarını oldum olası sevemedim. Genelde
reyting uğruna magazin boyutunun ön plana çıkarılmasından
olsa gerek. Son on yılda masum ve günahsız insanlara yaşatılan
zulüm ve tenkil sürecinin, kendi survivor’ımızla yüzleşmemizi
netice verdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bizimkisi iki boyutlu
bir hayatta kalma mücadelesidir denebilir. Birincisi beslenmeyi
ihtiva eden maişet derdi gibi biyolojik boyut, diğeri ise zihnî,
fikri ve itikadi istikameti koruyarak manen hayatta kalabilmeyi
ifade eden mental(manevi) boyutu. Her iki meselede de sebat
gösterip maddi manevi hayatta kalabilmek ekstra bir
performans ve efor gerektiriyor. Başarabilienlere selam olsun..
Konuyu fazla dağıtmadan şunu belirtmekte fayda var; herkesin
bildiği gibi bir survivor yarışmacısı evvelemirde mini de olsa
bir eğitimden geçirilerek ona bir formasyon kazandırılır. Tek
başına hayatta kalma teknikleri ezberletilir. Bir kısım teknik
bilgilerle donatılır.
Kolay değil, her türlü tehlikenin aleyhine ittifak ettiği, tabir
caizse metre kareye bilmem kaç ölüm tehlikesinin düştüğü
vahşi bir ortamda âmiyane tabirle postu deldirmeden hayatta
kalmaya çalışacaktır. Bu yarışmada riskler ne kadar büyükse
kazancı da aynı oranda yüksek olacaktır. Yarışmacının elde
edeceği mükafat her ne kadar iştah kabartıcı olsa da kaybetme
endişesi lezzetleri eleme çevirebilmektedir. Yarışmacımızın şu
konulara azami dikkat etmesi hayati derecede önemlidir:
1- Nasıl yapılır? Bir yarışmanın içinde olduğunun şuurunda
olması,
2- Tek başına kaldığında ihtiyaç duyduğu levazımatı sadece
doğal ortamdan temin edebileceği,
3- Ne zaman ve nelerle besleneceği,
4- Vahşi hayvanlara ve haşerata karşi etkili savunma
reflekslerini bilmesi gerektiği,
5- Ve en önemlisi de ” YAŞAMA ÜMİDİ”ne sahip olması ve
bunu sürekli diri tutması gerektiği..gibi hususlar.
Bu yarışmacımızın bu kadar düşman ve doğal risklere karşı
hayatta kalmayı başarması mezkur şartları yerine getirmesine
bağlıdır. Başka bir ihtimal ise şudur: Adadaki iklimin bir
insanın yaşamasına en uygun sıcaklığı sunması, aşırı sıcak ve
aşırı soğuğun adaya zinhar uğramaması, yetmedi, adadaki
aslanların gündüz avladıkları ceylanları getirip, sırtlanların bu
avı pişirmesi ve fillerin de sofrayı kurup yarışmacımıza ikram
etmesi gerekir. Yetmedi bir de kobraların zararlı ve muzır
haşerata karşı yarışmacımızın çadırının önünde kemal-i sabırla
ve kemal-i dikkatle yedi yirmidört nöbet tutması gerekir.
Bütün bunlar adetullah denilen fıtrat kanunlarını pas geçerek
gerçekleşmeyeceğine göre geriye tek seçenek kalıyor. O da
kahramanımızın aklını, iradesini, hislerini, mantığını ve dahi
reflekslerini doğru yerde ve doğru zamanda rantabl
kullanmasına vabestedir.
Sadede gelecek olursak; bizler bir zamanlar inayet-i ilahi
altında, sükûnet içerisinde, hizmet sefinesiyle zaman
okyanusunda kulluk yolculuğumuzu yaparken muhalif ve
hasud bir rüzgarın etkisiyle -tabiri caizse- alabora olduk.
Gizli bir el ve gizemli bir karar verici herbirimizi adeta
kendi “survivor”ımızın yarışmacısı olarak seçti. Ve yine her
birimizi sosyal hayatın vahşi ve acımasız ortamına itti.
Perişan ve şaşkın bir vaziyette dağınıklığın en derin
derelerine yuvarlandık. Artık tek başına ve yalnız
yürüyecektik bu dikenli yolları. Yanıbaşımızda elimizden
tutan bir hayırhahımız olmayacaktı. Doğru yaptığımızda
alkışlayan, yanlış yaptığımızda ise lisan-ı münasiple bir
uyaranımız olmayacaktı. Meltem yerine lodos düşmüştü
payımıza.
Ve “hep kahır” şarkıları uğuldayacaktı
kulaklarımızda. Artık mânen ve madden hayatta kalma işi
tarafımıza ilahi bir el tarafından ihale edilmişti.
Artık bu seçildiğiniz ya da layık görüldüğümüz sürpriz
survivorda herkes kendi mücadelesini kendi imkan ve
kabiliyetletiyle vermeliydi. Tek başına kaldığı bu ıssız adada
kendisini duysun ve görsün diye buğu buğu dualarını
duman diye tüttürecekti. Elbet duyan ve gören biri vardı.
Yeter ki dua dilekçesini gökler ötesine uçurabilsindi…
Evet şartlar herkesi tek başına bırakmıştı. Evvelce okuduğu
ve dinlediği varidat onun azığı, moral değerlerimiz onu
şiddetli sıcak ve soğukta siyanet edecek elbisesi, sabrı
şemsiyesi, ümidi ise onun bu kurak ortamda âb- ı hayatı
olacaktı.
Aksi halde zaafiyetlerimiz karşısında nefsimiz bir kobra
misali bizi ısıracak, korkularımız bir sırtlan gibi ruhumuzu
parçalayacak, aceleciliğimiz ise bir fil misali ümitlerimizi
ezecektir.
Hasılı; Allah Rasulü’nün “Öyle bir zaman gelecek ki!” diye
başlayan ve negatif gaybî haberleri içeren hadis-i şeriflerinin
âdeta resmi geçit yaptığı şu asırda her bir fert şahsi
survivor’ını yaşıyor.
Şimdiye kadar elde ettiği müktesebatı âdeta bir meteor
yağmuru gibi başından aşağıya yağan musibet sağanağına
karşı bir şemsiye gibi kullanmalı, hadiselerin presleri altında
ezilmeden fikri ve zihni istikametini koruyarak manen ve
ruhen hayatta kalmayı başarabilmelidir. Kimseye kırılmadan,
küsmeden, gücenmeden, yolun kaderi deyip peygamberane
bir tavırla Kadir-i zülcelâlin hikmetlerine râm olarak başı dik
bir şekilde “Vira bismillah!” demelidir.
Yıldız kümesinden koparılsa bile tek başına bir kutup yıldızı
olmak durumundadır. Zira kutup yıldızları gün ortasında
değil, zifiri karanlıkta ortaya çıkar.