ZEYNEP GÜLŞEN
Yürümek zor gelmese o gün kilometrelerce yürüyebilirdi. İçinde dağ kırlangıçlarının kanatlarına takılan ümitlerden coşkun bir sel akıyordu. Ama yapmadı. Markete kadar gidip geri dönmeyi daha sıcak buldu. Yol iki taraflı dizilmiş ağaçlarla beraber uzuyordu. Marketten çıktıktan sonra okyanus esintisinden gelen temiz havayı içine çekti ve ağaçların gölgesinde uzayan kaldırımdan evine doğru yürüdü.
Düşünceli hali çevresine odaklanmasına engel oluyordu. Bir ara nasıl olduysa yere düşen bir yaprak ayağına takıldı. Bir rüyadan uyanır gibi oldu. Ayağına takılan yaprağa baktı. Daha başka yapraklar da vardı yerde. Sebepsiz düşmezlerdi onlar yere; yukarıdan aşağıya, daldan toprağa. Ağaç vazgeçmişti. Bırakmıştı usul usul aylarca tuttuğu, beslediği eli. “Vazgeçiş!” dedi. Sesi çınladı göğsünün ortasında.
Vazgeçiş…
Vazgeçilen mi, vazgeçen miydi?
Bu soruyu sormaya korkmuştu nedense. Baktığında can paresinin gittiğini göreceği için geriye dönmeye korkan bir anne gibiydi. Aklına gelen soru bir buğu gibi uçup gitmeliydi. Tutmak isterken daha patlayıveren sudan baloncuk gibi şeffaf ve kırılgan olmalıydı. Ağırlık yapmadan, yüreğini yormadan. Ruhunu örselemeden.
Yaprak çok güvendiği ulu ağacın dalından kopup yere düşerken neler hissetmişti? Yüreğine korkular salınmış mıydı? Narin teni toprağa değince incinmiş miydi? Kim kimden vazgeçmişti? Ağaç mı yaprağından, yaprak mı ağaçtan? Yoksa her ikisi de hayatın akışına dem tutmuş da mevsimleri evirip çeviren gücün göstergesi mi olmuştu?
Sorular… Bitmeyen tükenmeyen…
Vazgeçtikleri ya da hatıralar sandığına koyup üzerlerine hicret kilidi vurdukları bir bir dökülmeye başladı. Aman Allah’ım! Neler vardı neler!
Yıllar vardı. Yaşananlar vardı. Hele hele alışkanlıklar… En can yakanı da ayrılıklardı. Annenin kokusunu aramaktı bir tülbentin aklığında. Bir fotoğrafta kaybolmaktı evlat çarpıntısında.
Bazen bir sesle irkilmekti. “Annem ben geldim!”
Dönüp baktığında ruhsuz bir duvara vurulmasıydı bakışlarının.
“Hiçbir şey göründüğü kadar kötü değildir.” dedi. Ve ömür yapraklarına doğru eğildi.
Ömür…
Dört şeklin bir araya geldiği ama iki sesle söylenen.
Ömür… An an, damla damla süzülen.
Ömür… Gecelere serilen hasret, yüreğe saplanan serzeniş.
Ömür… Verilen bir sözle yeni bir varoluş.
Ömür… Ömrüne ömrünü vereceğin minicik tik taklara mısralar dizdiğin.
Ve ömür… Bazen dayanılmaz bir vazgeçiliş bazen lütuflar dolusu var ediliş.
Teselliye yetmez ne cümleler ne de destanımsı hikayeler.
Bir düğüm, kördüğüm vardır tam da şuranda. Ömre atılan en acı düğümdür bu.
Vaktin vazgeçip bıraktığı sarı bir yapraktır o gurbetin bağrında.
Çarpar ayaz, çarpar zaman, çarpar koca bir avaz ve çarpar yürek. Kocaman bir varoluş, yüce bir hayata dokunuş. “Ben buyum belki de. Hayat suyunun kaynağından kopup gelen şebnem. İlahi rahmetin nakışlarında şekillenen iç içe bir alem.”
Gün ikindi vaktinin sınırlarında geziniyordu. Bu arada bir yaprak daha düştü yere başka bir ağaçtan. Durdu, ağaca baktı. “Ömür.” dedi içinden. Ömrüme çizilen desenler ne kadar da belirgin. Yeryüzü gibi. Masmavi göğü de var. Denizler kadar hisler, dağlar kadar hayaller. Güneş doğunca görünmez olan yıldızlar ve gelen gece. Bir metafor içindeyim de düşlerime açılmak istiyor gibiyim.
Eğildi, ayağına takılan yaprağı aldı eline. Sapından tuttu. İki parmağının arasında biraz döndürdü. Sararmış renklerinde ayrı bir güzellik olduğunu fark etti. Bir el gibiydi beşe ayrılmış haliyle. Yaprağın canlılığı gitmemişti henüz. Sapındaki serin havayı hissetti dokunuşlarından. “Yaprak rüzgara ne kadar direnebilir ki? Bir dala tutunmak değil mi elinden gelen? Ancak o da bırakır bir zaman tuttuğu elini. Ve sen düşersin sonsuz bir aleme. Yükselmek de derler kimileri ona. Uçarmış ulaşıncaya kadar cennetteki ağacına.”
Koyu sarı renkli yaprağı kitabın sayfalarının arasına özenle yerleştirdi. “Yıllar ne çabuk geçti!” diye geçirdi içinden. Ayağına takılan yaprağı aldığı günü hatırladı. Sonra hayatı, vazgeçişi, terk edilişi… Ağlayacak oldu yine. Bu sefer bırakmadı kapıdan sızan ışıklar onu kendi haline. Günü ve geceyi inşa edenin hakkı için büyüyecek, yükselecekti ümit dolu göklere.
Yürümek zor gelmese çıkıp kilometrelerce yürüyebilirdi. “Yazmalıyım, hem de günlerce!” dedi.



















