Semih DEMİR
Çaydanlıktaki lıkır lıkır kaynayan su demliğe boşaldıktan sonra kokusuyla tiryakileri kendine cezb eden çaya dönüşür. Usta eller tarafından köpürtülmeden bardağa doldurulur. Çayın rengi de tam istenen kıvamdaysa o zaman tadına doyum olmaz. Şair Agehi,
Güyâ kim çay irür mihr-i giyeh, yoksa nedin
Hem gedâ matlubı, hem mergub-ı sultân oldı çay
beytinde çayı güneşe benzetmiş. Güneş gibi olduğundan dolayı hem dilenci hem de sultan ona rağbet etmektedir.
Çay güneşse güneşi yansıtan aynanın ona bakan gözün hiç mi önemi yok? Bu sebeple çay doldurulurken bardağın o anki hali dikkatimi celp etti. Bardağın bir damla çayı dahi boşa vermemek için çabasını, ince ve narin yapısıyla yüz derecede kaynayan suya karşı mukavemetini görünce bardağın hakkını da vermek gerekir diye düşündüm. İşin cefasını çekenlerin değil de sefasını sürenlerin rağbet gördüğü bu zamanda bardaktan da söz eden birileri olsun istedim. Çok hassas ve kırılgan olan camın kimi zaman üzerine dökülen çok sıcak suyun hararetine dayanamayarak çatlayıp kırıldığını gördüm. Çünkü cam o sıcaklığa o anda hazır değildir ve dayanamaz çatlar. Tıpkı devrin küfrüne ve zulmüne hazır olmayan hassas gönüller de bu narin bardaklar gibi dayanamayıp çatlayıp kırılmaktadır.
Birçok yazar ve şair çay hakkında yazılar ve şiirler yazmıştır. Çayın rengine ve tadına dikkat çeken mısralarla güzel ve latif bir içecek olduğunu dile getirmişlerdir. En güzel çayın tarifi defalarca yapılmıştır. Çay üzerine söylenen anlamlı cümlelerle çaya yüksek payeler verilmiştir. Hatta zamane tiryakileri tarafından,
Çay kadehte dîde-efrûz olmalı
Lebrîz ü lebreng ü lebsûz olmalı

denilerek çayın olması gereken standartları dahi belirlenmiştir. Çay bardakta göze aydınlık vermeli, ağzına kadar dolu, dudak renginde ve dudak sıcaklığında olmalıymış diyerek lezzete ve estetiğe düşkün kimseler tarafından tescillenmiştir. Malumunuz olduğu gibi bizde herkes gibi çayın cazibesine kapılarak onu anlatmaya başladık. Yüz derecede kaynayan çayı bir vazife şuuruyla kucaklayan ve bağrına basan bardak aynı zamanda çayın rengini ve rahiyasını da insanlara temaşa ettirmek için elinden geleni yapmakta olduğuna şahitlik ederiz. Bu yüzden çay bardağının vazifesini icra ederken çektiği çileyi de dile getirmek icap etmektedir.
Doğada binlerce yıl içinde oluşan kum taneleri içine katılan kireç ve soda ile bin beş yüz derece ısıya maruz bırakılarak macun haline getirilir. Yapılan işlemler sonucunda cama dönüşen bu macunlarla bardak ve çeşitli malzemeler yapılır. Tarihte cam bardak 1850’li yıllarda Avrupa’da başlayan Sanayi Devrimi sonrasında gelişen cam sanayi ile ortaya çıkmıştır. Avrupa’da ilk tasarlanan bardakların sapı, ayağı ve kulpu vardı. Bu tarz yapılan çay bardaklarının üretim maliyeti de yüksek oluyordu. Bu sebeple daha hesaplı ve ucuz olan kulpsuz ve ayaksız bardaklar Beykoz’da 1900’lu yıllarda kurulan cam fabrikasında üretilmiştir. Her ne kadar bugünkü ‘ince belli’ çay bardağı formuna yakın olmasa da ona benzer bir çay bardağı üretildiği bilinmektedir. Ekonomik sebeplerle değişime uğrayan çay bardağının bir süre sonra vazgeçilmez bir kültür haline geleceğini o gün tasarlayanlar dahi tahmin edememişlerdir.
Yaptığım araştırma ve tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki, “İnce belli çay bardakları ortasındaki kavis sayesinde daralıyor ve bu sayede avuç içine tam olarak oturuyor. Bu da soğuk havalarda elleri ısıtmaya yarıyor. Yine ortasındaki ince belli kavis sayesinde çay çabuk soğumuyor, alt kısmındaki sıcaklığını daha uzun süre muhafaza edebiliyor. Ağız kısmına doğru yeniden genişlemesi ile üst kısmın daha hızlı soğumasını sağladığından ağzı yakmadan çay içme deneyimi sunuyor. Yine laleye benzer ince belli tasarımı sayesinde sıcak havalarda avucunda tutmak istemeyenler, en üst kısmından parmak uçlarıyla tutarak içebiliyor ve tutarken parmak uçları yanmamış oluyor.” Tamamen en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş ve tasarlanmış bir bardak olan çay bardağı gelişi güzel ortaya çıkmamıştır. Bu hassasiyet çerçevesinde üretilen bardak hassas ve zarafete önem veren toplumumuz tarafından da hızlıca benimsenmiştir. Peki, şimdilerde bu hassas toplum bu naiflikten neden bu kadar erken vazgeçti? Bu soru aklımızın bir köşesinde dursun.
İnsanlar ortaya çıkan bu eserlere sadece cam olarak bakar ama onun kor ateşte yanarak o hale geldiğini hiç düşünmez. Çaydan on beş kat daha sıcak bir ısıya maruz kalan cam ince belli bir bardak olur ve parmaklarımızın arasında mahir bir sanatçı edasıyla içine doldurulan çayı sevenlerine teşhir eder. Bakan gözler çayı görür ve çayı över. Onun yüküne ve yakıcı ısısına katlanan bardağı çoğu zaman kimse fark etmez. Ama çaya asıl tadını veren unsurlardan biri bardaktır. Bardak ince belli olmalı, dudağa gelen yeri zarif, pürüzsüz olmalı. Dudakla buluştuğunda dudak onun inceliğini hissetmeli yani çok kalın olmamalı. Ne güzel söylemiş Cemal Süreyya adeta duygularıma tercüman olmuş,
Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
Namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer
Ayrıca çay doldurulan bardak temiz olmalı ve kokmamalı. Hatta üzerinde parmak izi dahi bulunmamalıdır. Çay bardağı içini net ve berrak göstermelidir.
Cam olmayan herhangi bir kapta çay içtiğimde çayın o mükemmel lezzetini alamamaktayım. Hatta çoğu zaman cam bardak yoksa çay içmeyi dahi tercih etmemekteyim. Şimdilerde bazı dostlar çay sohbetlerinde kupa adını verdikleri porselen fincanlarla çayı ikram etmektedir. O çay ne kadar şahane olsa da verdiği lezzet kaybolmaktadır. Ne çayın göze hoşluk veren rengi gözükmekte ne de dudağın beklediği o estetik ince duygu hissedilmektedir. Hele o karton ya da plastik bardaklar yok mu! Onlar çay içme zevkini tamamen dibe vurdurmaktadır.
Çay demlenip içildikten sonra biter ve kaybolur gider. Ama bardak öyle mi? O kırılana kadar hep masamızda durur. Çay içtiğimiz her an bizim derdimize ortak olur. İçini içimize döktükçe bizi rahatlatmaya ve zevk vermeye çalışır. Kimi zaman üşüyen parmaklarımızın arasında sıcaklığıyla ısıtır, kendini hissettirir, “Ben buradayım.” der. Çayhanelerde nice insanın derdine ve kederine şahitlik eder. Ayrıca çay bardağı insana nezaketi ve kibarlığı da öğretir. Eğer sert ve kaba davranılırsa kırılacağını gösterir. Kırılınca hem bardağın hem de elin zarar göreceğini öğretir. Karşımızdaki varlığı kırdığımızda bizim de bir yerlerimizin yaralanarak acı çekeceğimizi ve öfkemizle kırdığımız varlığın sıcaklığının tenimizi yakabileceğini gösterir. Kırdığımız gönüllerin verdiği acı bundan dûr olmasa gerek.
Yurtdışına çıkınca çay bardağının kıymetini daha iyi anladım. Bizim alıştığımız ince belli bardaklardan bulmak şöyle dursun normal bir çay bardağı bulmak dahi çok zordu. Zorunlu olarak yaşadığım bir ülkede misafirliğe gelen dostum bize bir paket çay bardağı getirmişti. O da biliyordu buralarda çay bardağının eksikliğini. Başka bir şey getirseydi inanın o kadar sevinmezdim. Annemin büfesinde sergilediği misafirlere özgü kristal bardaklar aklıma geldikçe çayın yanı sıra çay bardağına da önem veren büyüklerimizi anmadan edemiyorum. O zamanlarda misafirin çay bardağı ayrıydı. Misafire her bardakla çay ikram edilmezdi. Şimdilerin güğüm gibi kocaman fincanlarla çay ikram ettiklerini görünce insanlardaki nezaketin de ne kadar değiştiğini üzülerek fark etmekteyim. Eskinin nezih, kibar ve misafirperver ev sahiplerinin yerini kaba ve aceleci ev sahiplerinin aldığı aşikârdır. Bu hal de çok üzücü. Önceden küçük bardakta çay verilirdi ki misafir çayını sıcak içsin ve lezzetine varsın. Aynı zamanda ev sahibi de biten bardağı sık sık doldurarak hizmet etmenin mutluluğunu duysun. Şimdilerde önümüze konan kocaman çay kaplarından benim anladığım şey “Bir an önce iç de buradan git.” demekten başka bir şey değildir. Fakat şartlar itibariyle çay bardağı yoksa onları istisna tutuyorum. Belki de bu benim hüsnü kuruntumdur. Ben de tüm arkadaş ve dostlarımı, Can Yücel’in şu sözleriyle seslenerek çay içmeye bekliyorum.
Çayın arası kalabalıkla iyiymiş, kahvenin yalnızlıkla.
Ben suyu koydum,
Gelirsen çayı demlerim, gelmezsen kahve koyarım.
Haberin olsun.
