Evet sana sesleniyorum, bakma arkana.
Hayatımızın en deli dolu çağlarını beraber geçirdik. En gizli en ilginç sırlarımızı
beraber paylaştık. Hayatımızın filminde en tatlı kareleri paylaştık beraber , en
sıradan ama en gerçek rollerimizi oynadık bilmeden.
Ne oldu sonra ? Hayata atıldık. Hayata atılmanın diğer bir anlamı mıdır acaba
dostlarını kaybetmek ? Arkadaşlarını unutmanın suçluluğunu, vermek midir yoksa
zamana ?
Evet hepinizden özür diliyorum. Özellikle senden. Bunları yapmak istememe
rağmen yaptım. Allah’ın bana bağışladığı en güzel armağanlar olan dostlarımı ,
arkadaşlarımı ihmal ettim, fındık kabuğunu doldurmayacak nedenlerle. Beni
affedin! Sen de affet!
Bana göre dostluk nedir dersen , aynı soruyu daha değişik bir biçimde ben sana
sorayım. “Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki
tatmamaya karar verdim” deme erdemiyle başlar dostluk. Karşısında zavallı gibi
görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan,
yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan, biri değil midir dost ?
Nedenlerini merak etse de, gözyaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı,
titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı,
acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar değil
midir dost diye seçtiklerimiz ?
Başımıza gelen güzel bir şeyin çoşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp
telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese “Kulaklarına inanamayacaksın!”
diye bağırdığımızda, “Sabahı bekleyemez miydin?” demeyen biri midir, gerçek bir
dost?
Güzel bir film izlediğimizde, keşke O da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan
bahsedebildiğimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya
dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
Konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en
acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır, dost dediğimiz
insanlar?
Ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da
tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız
insanlar mıdır, dost payesi verdiklerimiz?
Aristo haklı mıdır ; “Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır” derken ve
Terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yasını mı tutmaktadır?
Paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir? Acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden
önce fark etmiş midir? Ya biz ; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği
günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
Ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın
başında ağlayacağımızı biliyor muyuz? İş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor
muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için. Ve hatırlayabiliyor muyuz
unutmamamız gerektiğini dostlarımızı.
Hayatında saadet ve mutluluklar , işlerinde başarı ve bereketler dilerim
kıymetli Dostum. Mehmedim, canım benim.
Güzel bir vesilenin en yakın zamanda bizleri kavuşturması ümidiyle…
Unutmamak ve Unutulmamak dileğiyle.
Eksiklerim için beni Affet!
Dostun.
Dr. Ahmet AYDIN