Mehmet Karadayı
Yazmak bir yolculuktur. Uzun veya kısa sürebilir. Rahat veya zahmetli olabilir. Bazen yaya olarak gitmek gerekir bazen bir araca binerek. Ama daima ilerlemek gerekir. Zaman zaman verilen molalara teslim olmadan, yorgunluklara takılıp kalmadan, engelleri bir bir aşarak yola devam etmek lazımdır.
Yazı yolculuğu hayat yolculuğu ile başa baş gider. Hayat yolculuğunun başlangıcı elimizde değildir ama yazı yolculuğuna başlamak elimizdedir. Bazıları için doğar doğmaz diyebileceğimiz bir zaman diliminde başlar bu yolculuk bazıları için ise farklı yaşlar sözkonusu olsa bile genellikle kırkından sonra. Bazıları için hiç başlamaz. Çünkü birincisi için ilahi irade ile yaratılma sözkonusu iken ikincisi için bir irade ortaya koymak gerekir. Bir irade yazıdan uzak durmak mümkün olduğu gibi bir irade ile yazıya başlamak ve hangi yaşta, hangi şartta olursa olsun yolculuğu devam ettirmek mümkündür.
Bu yolculukta yanımızdan taşıdığımız doğal bir heybemiz vardır. Buna hafıza diyoruz. Gördüğümüz, duyduğumuz, okuduğumuz, yaşadığımız, düşündüğümüz, hayal ettiğimiz her şey hafızamıza kaydolur. Heybeye benzetmem bundandır. Yaşadıklarımızı hiçbir ayrıma tabi tutmadan bu heybeye doldururuz. Sonra oraya müracaat ettiğimizde hafızalarımızın içinden çıkar gelir hatıralar. İşte yazıya başlamanın en kolay yolu bu hatıraları yazıya geçirmektir.
Senaryo yazma dersi aldığımız hocamız bizi hafıza konusunda uyarmıştı. “Aklına ilk gelen fikir senin değildir.” Çünkü insanın heybeye doldurduklarının bir karışımıdır akla ilk gelen. Bazen başkalarının hatıralarını kendi hatırası gibi görebilir insan. Bazen bir kitaptan okuduklarını farkına varmadan sahiplenebilir. Bazen hayalleri hakikat zannedebilir. Bazen de hakikatleri hayal zannedebilir. Eğer neyi nereye koyduğunu bilmezse, sahip olduklarını hangi pakete sarıp rafa yerleştirdiğinin farkında değilse bir karışıklık olması normaldir. Bu yüzden yazı yolculuğuna çıkacak kişinin iyi bir arşivci olması gerekir. Bu sadece hafızaya güvenerek olmaz. Mutlaka “sağ elden yardım almak” gerekir. Yani not tutmak mecburidir.
Eskiden not tutmak için ya kişinin elinin altında not kağıtları olurdu ya da bir defter veya ajanda taşınırdı. Tabii yazın gömleklerin sol cebinde, kışın ise ceketlerin iç cebinde bir kalem taşınırdı. Kendince ilginç bir şey duyan, okuyan, gören kişi hemen defterini çıkarır ve not ederdi. Ben böyle onlarca defter dolduran kişiler bilirim. Bu defterlere not alınanların bir tasnife ihtiyacı olurdu. Konular belli başlıklar altında toplanırdı. Bu yeniden yazmayı gerektirirdi. Bazen bir gazete sayfasından kesilen kupürün yeniden yazıya geçirilmesi icap ederdi. Bu da yeni defterler ve harcanan zaman demekti. Arşivcilik bir mecburiyetti. Çünk heybeye doldurulan her şey olduğu gibi alınırsa kırk yamalı bohça gibi olurdu. Kaç kişi hatırlıyor bilmiyorum ama eskiden kırk parça bezden (kesretten kinayedir) pike, yorgan, seccade dikilirdi. Ama orada bile bir düzen vardı. Renkler arasında uyum sağlanır, birbirine en yakın dokuma özelliklerine sahip kumaşlar bir araya getirilir, hepsi birbirine tutturulduktan sonra dikiş yerleri ve etrafı nakışlarla güzelleştirilirdi. Yazılar doğrudan hafızalardan kağıda aktarılırsa ya da not alınanlar hiçbir elemeye, tasnife, düzeltmeye tabi tutulmadan basılırsa kırk yamalı düzensiz bir bohça görünümünden farklı olmayacaktır. O yazıda düzen, estetik aranamayacağı gibi gerçek manada bir istifadeden de bahsedilemez.
Şimdilerde meşhur ve maruf bir hanımefendiyi 2009 yılında Kolombiya’da, evimizde misafir etmiştik. Tarihi ve turistik yerleri gezerken anlattıklarımızı elindeki harita metot tabir edilen A4 boyutunda bir deftere sürekli not ediyordu. Çantasında tükenmez kalemler vardı. Kalem bitince hemen yenisini alıyor not etmeye devam ediyordu. Hatta yazmaktan gezdiğimiz yerleri görmüyordu bile. Ziyaretin sonuna doğru izin istiyor ve birkaç fotoğraf çekiyordu. Ben “Hocam güzellikleri kaçırıyorsunuz.” dediğimde “Hayır.” dedi. “Ben onları sabitliyorum. Hafızam unutabilir ama bu defterler asla unutmaz. Çektiğim fotoğraflar da bana o anı ve o yeri yeniden hatasız hatırlatacaktır.” Arşivlemeye çok güzel bir örnek olmuştu hocamın bu sözleri.
Teknolojinin gelişmesi bizi defter ve kalem taşıma zahmetinden kurtardı. Akıllı tabir edilen teknolojik aletlerin hemen hepsinde yazma ve ses kaydetme imkanı var. Hatta hepsinde kamera da mevcut. Bu teknolojik aletleri hem gördüklerimizi hem düşündüklerimizi arşivlemek için kullanabiliriz. Bir yazıya ulaşmak veya araştırma yapmak bu aletler sayesinde çok kolay. Üstelik kütüphane kütüphane dolaşmaya gerek olmadığından zaman tasarrufu da sağlıyorlar. Kaydettiğimiz her şeyi konu ve bağlamına göre bir düzene göre sıralamak ve istediğimiz anda ona ulaşmak mümkün. Üstelik yazı yazma imkanımızın olmadığı durumlarda sesleri yazıya çeviren bazı uygulamalar da mevcut.
Yazma yolculuğu devam ediyor. Zaman değişse asır başkalaşsa da yazı yazmak için her zaman bir imkan vardır. Sadece bu konuda bir irade ortaya koymak gerekir. Gelin heybemizde ne varsa bir arşivci gibi onları düzenleyelim ve yazıya dökelim. Yarına dünün ve bugünün şahitleri olarak kalıcı izler bırakalım.