Hasan FAYDA
Ruh ve bedenden müteşekkil yaratılan insan paranın yazı ve tura denilen iki yüzü gibidir. Biri
birisiz, ötekinin ötekisiz olması kabil değildir. Ruh ve bedeni aktif tutan kalp adı verilen, yapısal olarak bölümlerden oluşan, kasılıp gevşeyerek çalışan, durmasıyla vücudun hayat fonksiyonlarını bitiren cismani et parçasıdır; diğeri ise maddi olarak mevcut olmayan, vücuttan ziyade ruh ile bağlantılı çalışan, direk olmasa da dolaylı olarak vücudu ve cismani kalbi de etkileyen soyut varlıktır.
Yürek ve gönül gibi isimlerle adlandırılsa da fiziki anlamda kullanılan ismi kalptir.
İsmine kalp de dense, soyut boyutuyla yürek ya da gönül de dense bedeni, cismani kalp ile ruhani soyut kalp olan yürek birbirinden ayrı değerlendirilse bile birbirini etkiler. Hastalıkları birbirini etkilediği gibi neşe ve mutluluk durumları ikisini de birden etkiler. Fiziki kalp dünyaya bakmakla birlikte soyut olan kalp ahirete dönüktür. Hatta gönül erbabı nazargah-ı ilahi diyerek de tavsif etmişlerdir bu soyut kalbi.
Öyle ki kâinatın yaratılış sebebi olan zat “Şunu iyi bilin ki insan vücudunda küçücük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa bütün vücut iyi olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalptir.” (Buhârî, Îmân 39, Büyû’ 2; Müslim, Müsâkat 107, 108, vs, …) dediğinde aslında hem uhrevi nitelikteki kalbe hem de cismani dünyevi kalbe işaret etmiştir. Zira cismani kalbin rahatsızlığı vücudun hayati fonksiyonlarını etkilediği gibi ruhani manadaki rahatsızlıkları da etkiler.
O bozulunca vücudun bütün fonksiyonlarında aksamalar baş gösterir. Cismani kalp ve devamı damar hastalıkları; koroner arter hastalığı, aritmiler, kalp kapakçığı hastalıkları, kalp yetmezliği, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, vs. gibi adlarla anılır. Şirk, tembellik, acizlik, korkaklık, tamahkârlık, kin, şehvet, ucub, öfke, cimrilik, kibir, yalancılık, haset, riya, mala melale düşkünlük, yeis (ümitsizlik), vs. de soyut olan kalbin hastalıkları olarak bilinir. “Ölü bir kalbe sahip.” dendiğinde fiziki olarak kalbin çalışmamasından, kalbin vücuda kan pompalamasından bahsedilmekle birlikte ana hatlarıyla maneviyata kapalı, helal haram ayırt etmeyen, kin, haset, kibir, şehvet düşkünlüğü, adaletsizlikler karşısında sus pus olan, dinen tasvip edilmeyen özelliklerle hemhal olmuş vs. şeklinde anlamak icap eder.
Kalpteki bu ölülüğün tedavisi ise bildiğimiz hastanelerde yapılmaz ve doktoru da oradaki doktorlar değildir. Bu manada “Kalbi çok sağlam.” dendiğinde de kısaca İslam ahlakı ile gerçek manada mücehhez, Allah’ın emir ve yasaklarına tam riayet eden, hak adına iş gören, hakkaniyetten ayrılmayan, dünyaya, dünyalığa, dünyalık mala, makama ahiretini değişmeyip Hak katında kıymeti ne ise o kadar değer verme düşüncesiyle hareket eden, dünyadaki yamaçları cennet yamaçlarını hatırlatan ve nimetleri cennet nimetlerine küçük birer misal olarak görüp tefekkür sebebi yapan demektir.
Dünyayı, dünyaya geliş gayesini, dünyadaki vazifelerinin ne olduğunu bilerek hareket eden, dünyayı ahiret adına bir tarla olarak gören demektir. Manevi kalpteki bozulma hakkaniyete dönük değerleri altüst eder. Dünyanın ahiretin önüne geçmesi, göz önüne gelen küçük bir parçanın görmeyi engellediği gibi ahireti görmeyi engeller. Değer yargılarını değiştirir, ahiret ölçeğinin yerini dünya ölçeği, ahiret azığının yerini dünya menfaati alır, nazargâh-i ilahi olduğu unutulur, dünya o mekânı işgal eder.
Nazargâh-i ilahi olan mevziler, makamlar, mekânlar Alemlerin Sultanı’nın teftişine her dem hazır olması gerekirken, her zaman temiz olacakken değer yargılarının altüst olmasıyla o pak olması gereken yerlere çer çöp manasında dünya, dünya sevgisi, makam sevgisi gibi sevgilerin doldurulması, tabir-i caizse altın ve elmas sergilenen kuyumcu vitrininde odun ve kömür gibi kıymeti düşük maddelerin sergilenmesi hükmünde olur.
Böyle bir hal küçük bir çocuğun bile dikkatinden kaçmaz ve mezkûr olayların yer değiştirmesi gerektiğini derhal ifade eder. Bu tür davranışın sahiplerine de onun bakış açısı normal olmaz. Akıl ve mantık da öyle olması gerektiğine hükmeder. Kâinattaki sırları çözebilmek Allah ile kalp arasındaki irtibata, kalbin Allah ile meşguliyetine bağlıdır. Rabıta kuvvetlendikçe sırlar, sır perdeleri açılır, açıldıkça marifetullah artar.
Allah ile kalp arasındaki bağın sağlamlığı Hakk’a giden yolda güzergâh verimliliğini gösterip bakış açısını da şekillendirir.
*
Milletimizin uzun yıllar, Hak rızası talebiyle, İslam’ın sancağını kıtalar boyu dalgalandırması, ayağını bastığı topraklarda sulh ve sükûnu temin etmesi, raiyetin huzur ve sükûnu, kalplerin yaratıcıya olan bağlılığıyla, bu bağlılıktaki sağlamlığın oranıyla doğru orantılı olarak gelişmiştir.
Ne zaman ki bu bağlarda hastalıklar oluşmuş, kalpler devası mümkün olmayan maddi hastalıklara düçar olmuş o zaman İslam’ın sancaktarı olanlar hasta adam muamelesi görmeye başlamıştır.
Yapılması gereken işler yarım kalmış, ülkelerin, kalplerin fetihleri durmuş, yavaş yavaş gerilemiştir. Kalp ve kafa izdivacıyla gönüllere taht kurulurken, oluşan kalbi marazlar neticesinde de ne taht kalmış ne de taht kurulacak gönül.
Materyalist sistemin oltasına takılan kalplere, hakkaniyet tahtını kurmak isteyenlerin yerini saraylarda, köşklerde, konaklarda zevk ü sefa içinde hakkı temsil düşüncesine sahip, yüreğinde bu duyguları besleyip büyüten kuşaklar, “Bu imkânat içinde daha çok kalp imar edilir.” diye düşünen nesiller almış fakat manen steril olamayan bu ortamlarda kalp kafa bütünlüğü bozulmuş yeni yeni kalbi marazlar ortaya çıkmıştır.
Dünya saltanatının kuş tüyü makamlarına sarılan narin, nazik yürekler orayı cennet tahayyül ederek istikbaldeki cennete tercih etmişler ve yatırımlarını oraya yaparak maalesef yolda kalmışlardır.
Umudunu evlad-ı fatihan diyerek neslimize bağlayan, onlardan himmet bekleyenler maddi manevi hastalıklarla komalık olan neslin umutlarını ayağa kaldıracak, aydınlanma ışığıyla kendilerini aydınlatacakları beklentisinin boşa çıktığını çok geç fark etmişlerdir ki ümmetin bugünkü derbeder hali bunun ispatı olmuştur.
Umutları yeşertecek diye nazar edilen insanlardaki öfke, kin, haset, yalancılık, riya, kibir, şehvet, tamahkârlık, mala makama düşkünlük, korkaklık, haksızlıklar karşısındaki hissizlik, menfaatlere kıvraklık, yapıldığı görülen alçakça kötülükler karşısında suskunluk, suçluların korunması, masumların cezalandırılması, devletin derdest edip mesuliyetini kendinin deruhte ettiği tutuklu ya da mahkûm insanlara yapılan insanlık dışı muameleler, işkenceler, rüşvetin birçok kapıyı açması vs. gibi kalp kafa marazları da gösteriyor ki mevcut olan toplumsal kokuşma, kalbin çürümesinin bütün vücudu bozduğunu, çürümemiş kalbe ve vicdana sahip olanlara göstermektedir.
*
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” denmekte Rad suresi 28’de. Değer yargıları değiştiğinde Allah’ı anmak yerine dünyalık değerlerin kalbe konulması yanlış bir tepkimeyi başlatır. Böylece kalbi hasta ettiği gibi vücudu ve bireyden itibaren toplumu bozmaya başlar, toplumdaki kokuşmayı tetikler.
Allah ve kalp arasındaki bağ ile insan ötelerde bir bakıma kendi makamını inşa etmiş olur. Muhalif mana ise ötelerin berbat olması ve yıkım anlamını taşır.
Kalplerin Hak ile irtibatındaki sıhhat arttıkça asr-ı saadet gibi topluma huzur ortamı gelir, kalp sıhhati bozuldukça da kaos ortamı hüküm sürer.
Böyle bir demde, böyle bir halde çürümeler çürümelerle, çürükler çürüklerle “Kim daha…?” yarışına girmez mi?