MR. MUTLUKALP
Bölüm 1
Afrika’da bir ülke, adı Güney Afrika… Hayır, hayır burası Afrika’da bir ülke, adı Güney Avrika… Şaşırdınız mı? Anlatayım: Televizyondan, radyodan, gazeteden kısacası basından dolayı Afrika dedikleri zaman hep aklıma bunlar geliyordu. Kuraklık, açlık, susuzluk, fakirlik, hastalık, çöl, balta girmemiş orman ve saire. Kısmen doğru. Bunların hepsi vardır Afrika’da tüm dünyada olduğu gibi. Özellikle Orta Afrika’da. Ama biz Güney Afrika’dan bahsediyoruz. Düzeltiyorum, Güney AVrika. Yani Afrika’da Avrupai bir ülke, Güney AVrika.
1998 Temmuz, ömrümde uçağa ilk defa bineceğim. Ve Güney Afrika’ya gideceğim. Sordum “Kaç saat sürecek.” diye. “9-10 saat civarı.” dediler. “Nasıl olacak da havada molasız 9-10 saat uçacağız?” diye düşünürken uçağa biniyorum. Bir de ne göreyim? Sağda solda ikişerli, ortada ise dörtlü koltuklar, yani iki koridorlu bir uçak. “Yahu Afrika’daki bir ülke için ne gerek var böyle bir uçağa? Pırpırlı bir uçağa biner giderdik.” diye düşünürken o dev uçak doluverdi. Ne varmış bu Afrika’da!
Uzatmayalım. İndim Güney Afrika’ya, pasaport, vize vs. işlemlerini hallediyorum ama bir yandan da etrafıma bakıyor ve soruyorum “Bu nasıl bir Afrika?” Harika bir havaalanı, görevliler üniformalı, her şey derli toplu, düzenli. “Neyse.” dedim “Herhalde burası havaalanı diye böyle. Çıkınca bekliyordur bir at arabası beni.” Havaalanında dışarı çıktım. Bir de ne göreyim? At arabasının yerine son model arabalar. İlginçtir ki polis var ve park yasak olan yerlere park eden araçları ya uyarıyor ya da ceza kesiyor. “Allah’ım neredeyim ben?” Ben buraya fakir, zor durumda olan insanlara “Nasıl olur da bilgisayar teknolojileri öğretirim?” diye gelmişken karşımda tam tersi bir tablo buluyorum.
“Halen havaalanında olduğum içindir.” diye düşünüyorum. Bir arkadaşım gelip beni aldı ve kalacağımız eve götürdü. Yolda giderken bakıyorum her yer asfalt, etraf harika, bildiğim ya da medyada anlatılan Afrika değil burası. E ne o zaman? AVrika demiştim ya başta, Güney AVrika.
İlk işim bilgisayar kursunda bilgisayar öğretmek. 10 bilgisayar var kursta, hepsi Türkiye’den gelmiş. Bir iş adamı almış göndermiş. Garip bir sistem var. Bilgisayar ile alakalı komutların yazılı olduğu birer kâğıt var herkesin elinde. Herkes komutu okuyor ve uyguluyor. Öğretmen ise ortada geziyor, öğrenci takıldığında yardımcı oluyor. Peki bu sistem güzel mi? Acaba öğreniyor mu öğrenci? Elbette hayır. Baktım olacak gibi değil değiştirdim sistemi. Artık dersi ben anlatıyorum tahtada ve herkes anlıyor böylece. Sanırım yani!! Çünkü cümlelerimin çoğu “This is this and that is that.” yani “Bu budur ve şu şudur.”
Bir yıl geçti aradan, kurs kapandı, lise açıldı. İngilizcem iyice gelişti. İngilizce deyince Furkan’dan bahsetmeden geçilmez. Derslerin başlamasına bir hafta kala Furkan geldi Güney AVrika’nın Johannesburg iline. ODTÜ Fizik mezunu Furkan’a “Aman dikkat! Burası AVrika ama Johannesburg dünyanın suç istatistiklerine göre en fazla suç işlenen ikinci büyük şehri.” diye anlatıyorum her şeyi.
Bir cuma sabahıydı, telefonum çaldı. Cuma namazında Türkiye’den gelen bir iş insanı grubu ile şehir merkezindeki camide buluşacakmışız. “Olur.” dedim. Cuma vakti geldiğinde Furkan’ı aldım yanıma, doğru camiye gittik. Arabayı park ettik. Hızlı adımlarla yürüyoruz. Furkan dört beş adım geride kaldı. Aynı Ankara Kızılay ya da İstanbul Beyoğlu gibi bir yer, bir sürü insan var yürüyen. Bir adam bana doğru yöneldi ve omuz attı. “Acelem var, uğraşamam.” diye yoluma gittim ama adam tekrar arkamdan bağırıyor ve bana bir şeyler söylüyor. “Sen beni hırsız falan mı zannediyorsun? Özür dilerim. Yanlışlıkla oldu.” gibi laflarla bir yandan benimle konuşuyor, bir yandan da cebimdeki parayı alıyormuş meğer. Furkan da ben de parayı aldığını fark etmedik. Aslında ben paranın cebimde olduğunu unutmuştum. Cuma namazı bitti, aradan 3 saat geçti, oturduğum yerde birden aklıma geldi cebimde para olduğu. Herkesin ortasında öyle bir “Eyvah!” çektim ki herkes bana baktı. Sonra çok utandım. Herkes bana baktı diye değil, Furkan’a anlatıp durduğum, dikkat etmesi gerektiğini söylediğim halde başıma böyle bir olay geldiği için utandım. 1998 yılında okulumuzda bir CD yazıcı yoktu. Bir iş insanı CD yazıcı alayım diye parasını vermiş ama ben o parayı çaldırmıştım. Bu ne utanç verici bir şeydi benim için. Neyse unutuyor insan bir süre sonra ve öğreniyor yanlış zamanda yanlış yerde olmamayı.
Furkan’dan devam edelim. Furkan ilk dersini verecekti. Pazartesi günü biyoloji dersi vardı. Furkan korkuyordu. “Acaba İngilizcem yeterli olur mu?” diye. İngilizce eğitim veren ODTÜ Fizik mezunu olan Furkan’a “Korkacak bir şey yok, halledersin.” dedim. Ama dinletemedim. Furkan Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece hiç uyumamış, resmen anlatacağı dersi ezberlemiş. “Ben bu öğrencilere çok iyi ders anlatmalıyım.” diye düşünerek. Ve Pazartesi sabahı sanki karşımda yakışıklı bir melek vardı. Tam donanımlı, derse hazır bir şekilde gitti ve harika bir şekilde anlattı dersini. Dediğini yaptı, sevdirdi kendini öğrencilere. Çok kısa zamanda tüm öğrencilerin en sevdiği hocaydı Furkan Hoca.
Furkan Hoca okulun içindeki pansiyonda kalıyordu. Ama………
Devamı gelecek…