NEHİRE CEYLAN
Salonda kanepeye uzanmıştın. Zil çaldı gidip kapı deliğinden baktın. Çığlık atarak yere yığıldın. Çığlığın sessiz dünyanın son haykırışıydı.
O akşam rüyanda mahallenin üst sokağından çamurların sana doğru aktığını görmüştün. Bir defterin vardı yatağının yanında, uyandığında rüyalarından hatırlayabildiklerini yazardın. Yazmazsan anlatamazdın rüyalarını kızlarına, hafızan sana hep ihanet ederdi. Gözlerin yakını iyi göremez olmuştu. Rüya tabirine bakma görevini kızın Fatma’ya vermiştin. Tabirlerle alay edip kendi yorumunu eklese de Fatma’nın hayat dolu sesiyle ne dinlesen şifa olurdu yorgun yüreğine.
O gün rüyanı anlatmış ancak yorumlara bakmadan dilinden fırlayıvermişti bir yorum. “Kızlar rüyamda çamur gördüm, çamur ölüm demektir.”dedin. Tanıdık yaşlıları hatırlamak için zorladın zihnini. Ölümün en güzeli sıralı olanıydı. Oysa ki herkes ölecek yaştadır, bunu da bilirdin ama yine de ölümü sıraya koymak mantıklı gibi gelirdi.
“İçimi siyah bir zift kapladı.” dedin. Gözünün bir ucu telefona ilişti, onun titremesinden önce senin yüreğin titremeye başlamıştı. Gün boyu kara haber bekledin. Hayatta kızlarının mutluluğu senin mutluluğun olmuş hayatını hep onların üzerinden yaşamıştın. Kalplerine aşk düştüğünde senin de kalbin yerinden fırlamış, onlarla gipürlü, uzun duvaklı gelinlik hayalleri kurmuştun. Hayatını kızlarınla temize çekmiş yarım kalan yanlarını gizlice onlardan tamamlamıştın. Çeyizlerini yaparken ördüğün danteller, perdeler senin düğününün hazırlıklarıydı sanki. Aysel ilk göz ağrındı; onun varlığıyla sevmenin gerçekliğini ve var olmanın tadını yaşamıştın. Onun doğumuyla sen de görünmez olmaktan kurtulmuş anne olmakla görünür kimliğine kavuşmuştun. Aysel’i kış geceleri ördüğün örgülerle, köyden getirdiğin sağlıklı gıdalarla, katıksız sevginle büyütmüştün. Onu çok seven biri olduğunu söylediğinde içine bir yumru oturmuştu. Senin gibi bir hayatı mı olacaktı? Yok, aynı senaryolar olmamalıydı. Evliliğin büyüklerin yazdığı senin oynadığın bir senaryo idi. Eşyalarını seçememiş içinde kalmıştı o beyaz koltuklar. Günlere gittiğinde gördüğün mobilyaların, yemek takımlarının en kalitelisi elbet kızının olmalıydı. Göğsündeki yumruyu hayallerine bir gün kızının kavuşacağını düşünerek eritmiştin.
Sabah çayları doldururken, uykusuz gecelerinde hazırladığın kimsede bir örneği olmayan danteller, masa örtüleri gözünün önüne geldi. “İnsanın bahtı iyi olsun.” diyen büyüklerin haklılığını bir kez daha kabul ettin. Kızının düğünü çok da güzel olmuştu. Yere kadar uzanan duvağı, kollarında burma bilezikleri, altın seti. Sen de onunla hayallerine kavuşmuştun. Hiç takamadığın burma bilezikleri kolunda hissedip yeni gelin olmuştun. Beyaz koltuklu mobilyalarda misafir ağırlamanın gizli gururu vardı içinde. Çay sohbetlerinde kızının tertemiz evini görmek, eksiksiz mutfak eşyalarıyla ikramlarda bulunmak mutluluk için yeterli olmalıydı.
Toprak damlı evleri, evlerin etrafına örülmüş bahçe duvarlarını, bir anlık ömür için insanların yorgunluklarının ne kadar da anlamsız olduğunu düşündün. Tersinden yaşıyordun hayatı sanki. Burada da kader yanılmamıştı. Evliliğinin üzerinden bir ay geçmeden kızının dünyanın sonu yaklaşmış gibi sönük baktığını gördün. Anlamıştın, kader çizgisi tekti, onunki de sana eklenmişti. O da senin gibi uzun geceleri beklemeye,bir şişenin ardından gelecek enkaz için ömür tüketmeye başlamıştı. Hayat, kısa mutlulukların serpiştirilmiş haliydi. İnsan evlatlarının hüznüne şahit olmak istemezdi ancak yine onların sığınağı olmak için yaşama tutunurdu. Kızına ulu bir çınar olmalıydın öyle güçlü dalların olmalıydı ki gölgenin dışına bir daha hiç çıkmasın kimse onu bir daha incitmeye cüret edemesin. Öte yandan kızının dönmesi sessiz yuvanı yeniden şenlendirmişti. Zamanı silip onu yeniden büyütebilsen, ona yeni bir çocukluk verebilsen sanki her şey bir anda düzelecekti.
O gün, çamurlu rüyanın etkisiyle yangının ardından kalan isli duvarlar gibiydi yüreğin. Kızına “İçim karardı, sen bize bir kara pasta yapıver.” demiştin.
Kakaonun olmadığını gören kızın bakkaldan kakao almaya gitmişti. Mis gibi tarçın kokulu bir kek kara bir günün kederini belki de değiştirebilirdi. İnsan bir kekle kopmuş yarınlarını birleştirir yoluna devam ederdi. Umut taze bir çay gibi hep yenilendikçe güzelleşirdi.
Her şeyin bir vakti vardı; kuyuya düşmenin, kuyudan çıkmanın, bir başka iklimde yeniden yeşermenin.
Şairin dediği gibi “Hangi tohum, büyümez ekilince toprağa?
İnsan tohumundan şüphen mi var yoksa?’’
Bir kalp için çarpan yüreğin bir gün onun yerine duracaktı. Ölüm herkes için kapının ardında çalmayı bekleyen bir zildi.
“Aysel aç kapıyı!” diyen sese sen cevap vermiştin, bile isteye. Aysel’e yeniden can vermek için. En çok istediğin şey gerçekleşti. Aysel’i yeniden doğurdun. Ruhun huzur iklimine kanatlanırken, kızını taş bir kalpten kurtarmış, ona yeni bir başlangıç bırakmıştın.