“Sezon ürünü” ne demek? “Marka giyerim” ne demek çocuğum?
“Amortisör” ne demek yavrum?
Bir çift ayakkabıya 150 TL verilir mi?
Bak sana bu vesile ile bizim zamanımızdaki spor ayakkabılarımızdan bahsedeyim biraz.
Posiyet derdik biz eskiden onlara. Spor yapmak için alırdık.
Spor dışında da giyerdik tabii ki.
Okulda, sokakta, çarşıda, kırda, bayırda her yerde.
Ama bir üstünlük, ayrıcalık vesilesi değildi o. Dedim ya sadece spor olsun diye alır giyerdik.
Hem o zamanki kızlar da spor ayakkabısından falan etkilenmezdi.
Yani tamamen ihtiyaç için ve ihtiyaç olduğu zaman alınırdı.
Parmak kalınlığında beyaz şeritleri olan, altı kauçuktan, üzeri lacivert renkli, bezden yapılmış bağcıklı spor ayakkabısına “posiyet” derdik. Erkekler için mavi-lacivert, kızlar için kırmızı olurdu.
Şu vitrinlerdeki kadar cıncıklı, albenili değildi ama kara lastikten sonra posiyeti ayağımıza takınca, kendimizi Maradona zannederdik. Daha kimse tutamazdı bizi.
Bir de meşin topumuz vardı.
“Meşin topumuz” derken öyle herkesin bir meşin topu yoktu.
Aramızdaki bir arkadaşın oldu mu, bütün mahalleye kafiydi. Daha bir şey istemezdik. Ne çamur ne taş ne toprak. Boş bir arazi olsun yeterdi.
Evet..
O meşin top da öyle herkes de bulunmazdı. Bir çocuğun topu varsa kraldı. Ne kadar gıcık da olsa, top oynamasını bilmese de sırf o topun hatırına o çocukla oynamak zorunda kalırdık. Oyunun bitiş ve başlama saati o çocuğun ya da annesinin iki dudağının arasındaydı. Canı eve gitmek istediğinde oyun biterdi.
Arada bir ayakkabı tamircisine giden, yama yapılan, dikiş atılan o meşin yuvarlak zaman içinde patatese dönerdi. Sağı solu balon olurdu.
Bizden öncekiler onu da bulamazlarmış ya. Biz daha şanslı sayılırdık.
En kıymetli top ise, basket topuydu. Hele o, herkeste olmazdı.
Bir evin bir oğlu olan çocuklara alınırdı basket topu. O çocuğu da annesi salmazdı aramıza. Balkonda zıplatıp dururdu basket topunu.
Eşofmanlar mı? Kol ve bacaklarında beyaz şeritleri olan naylon kumaşlardan dikilmiş, pijama gibi bi şeydi.
Beden derslerinde çok komik olurduk. Okul bahçesi hapishane avlusu gibi olurdu. Sanki sayıma çıkarılmış mahkumlar gibi kız erkek tek tip eşofmanlarla bahçede sıraya girer, hizaya geçerdik.
Bizimkilerin üzerinde öyle at nalı gibi kocaman logolar, eşek kafası gibi harfler yoktu.
Kimse kimseye posiyetinin markası ile hava atmazdı.
Ne marka ne sezon bilirdik. Ne de moda.
Bunlar sonradan çıktı çocuğum.
19 Mayıs bayramları yeni bir posiyet almak için iyi bir fırsattı. Bayramdaki gösterilerde erkeklere atlet, kısa don, beyaz çorap zorunlu olurdu. Babamıza sipariş verirken bunlara bir de posiyet ilave ederdik. Beyaz çorabın altına yeni bir lacivert posiyet çok hoş olurdu.
Beden derslerinde, mahalle maçlarında giyerdik. Çamur çaltak demeden onunla koşar oynardık. Ne ayak ağrısı ne de acısını bilirdik.
Babamıza “yok markası şu olsun,serisi bu olsun,yeni sezon olsun” falan diyemezdik.
Şunun üzerindeki logosuna bir bak. En lüks otomobillerde bile bu büyüklükte logo yok.
“Bu yılın modası”, “bu sezonun ürünü” diyerek bize hem ürünlerini satıyorlar hem de bize gönüllü reklam yaptırıyorlar.
………
_ Eee n’palım? Senin zamanında öyleymiş. Zaman değişti.Şimdi benim çocuğum arkadaşlarından geri mi kalsın.? Alacaksın tabi.Çocuğumun kafasını şişirip durma.Hadi al da gidelim.
__Tamam, canım hanım. Almayacağım dedim mi ben şimdi?