Köyde uzun kış gecelerinde ninesinin yürek yakan sesinden dinlemişti, yanık türküleri küçük Hasan. Bu yüzden çok sevmişti türküleri, O. Her gece uyumadan önce ninesinin dizlerine başını koyar, ninesi hem kınalı bir kuzu gibi başını okşar hem de türküsünü söylerdi. Bu türkülerin sözleri genellikle anne baba özlemi, vatan hasreti, evlat acısı gibi konulardı. Bir de köyün genç kızlarının çeyiz hazırlamak için bir araya geldiklerinde söyledikleri sevda türküleri vardı. Ne zaman böyle yanık bir türkü duysa can kulağıyla dinlerdi. Sürgün halkının da yürek yakan türküleri vardı ve bu türküleri de büyük bir ilgiyle dinlerdi, küçük Hasan. Yanık türkülerin söylendiği sürgün ülkesi Kırım’a bir gün öğretmen olarak gideceğini aklından hiç geçirmemişti.
Bir Kırım köyüne gitmişlerdi ve bir veli ziyaretinden dönüyorlardı. Hava bir açılıp bir kapanıyordu. Ufukta beliren gökkuşağı kaybolmuş ve yağmur şiddetini artırmıştı. Rus yapımı Jiguli marka arabanın camlarına değen yağmur taneciklerinin patırtısı, öğretmen Hasan’ı bir anlık daldığı uykudan uyandırmıştı. Arabanın radyosundan Kırım Tatarcası ile yayın yapan bir kanaldan “Şimdi ‘Biz Kırım’dan Çıkanda’ adlı halk yırını (türküsü) dinleyeceksiniz” anonsu yapılmıştı. Türküleri çok seven Hasan hemen kulak kesilmişti:
“ Biz Kırım’dan çıkanda, (Biz Kırım’dan çıkarken)
Kar yağmadı kan aktı. (Kar yağmadı kan aktı.)
Anam babam kız kardaşlarım, (Anam babam kız kardeşlerim)
Kozleri tolu yaş kaldı. (Gözleri yaş dolu kaldı)
Kokten uçkan uçaklarnın, (Gökte uçan uçakların)
Kanetlerini kim yasagan? (Kanatlarını kim yapar?)
Şu Kırım’da ölgen caa cigitlernin, (Şu Kırım’da ölen genç yiğitlerin)
Cenazelerni kim kılgan? (Cenazelerini kim kılar?)
Kaçar edim men Akyar’dan, (Ben Akyar’dan kaçar idim)
Kara Teniz bolmasa. (Karadeniz olmasa)
Asar edim oz ozümnü, (Ben kendimi asar idim)
Annem babam bolmasa.” (Anam babam olmasa)
Bu türküyü ne zaman dinlese sürgün halkının yurtlarından çıkarılışı aklına gelir ve halkına yapılan bu insanlık dışı soykırım karşısında büyük bir hüzün ve acı duyardı, Hasan. Gerçekten hicran duymamak da elde değildi ki. Şehirleri ezan sesiyle, hanlarla, hamamlarla, medreselerle, Hak dostu insanlarla dolu Yeşil Ada Kırım’dan ve halkından hiçbir eser kalmamıştı. Sürgün Ülkesi’nin gerçek sahipleri vatanlarından sürülmüştü, bu yüzden artık garip ve yalnızdı Kırım’ın caddeleri. Bu halkın nice kefensiz yatan mevtaları vardı. Bu çilekeş halkın, Kızıl Ordu’nun askerleri tarafından götürülmüş, bir daha haber alınamayan, dua bekleyen nice meçhul şehitleri vardı. Öğretmen Hasan bu yoğun duygularla Kırımlıların yaşadıklarına çok üzülmüş ve içinden demişti ki; “Unutma Sürgün Ülkesi! Her şeye rağmen, seni boğan bu kuru gürültünün altında ta eskilerden gelen ve kulakların pasını silen senin gerçek sesin, hala duyulmakta. Eski Ramazan’larda yürekleri coşturan ve yüreklere dolan dualar, sürgün yemiş Kırımlı dedelerin dilinde hala. Ne kadar da aynı, Anadolu’da söylenen manilerle Kırımlı ninelerin söylediği Ramazan manileri!”
Şu üç tarafı denizle çevrili yarım adacıkta olanlara, hüzün duymamak mümkün müydü? Kızıl Ordu tarafından 1944 yılının Mayıs ayında bir gece sessizce yurtlarından sürülmüşlerdi Kırım Tatarları. Bahar mevsiminde hazan olur muymuş hiç? Baharda çiçekler açar rengârenk. Ama o bahar öyle olmamıştı, kan akmıştı oluk oluk. Maddi ve manevi hayatlarına hastalıklı gibi karantina konan ve her şeyi ellerinden alınan bu halk vatanlarından çok uzaklara sürgün edilmişlerdi.
Akılları, yürekleri vatanda kalan ve kendi öz değerlerinden koparılmak istenen bir halk. Vatana tekrar dönme umudu, kimliklerini yitirmelerine engel olmuştu. Onları ocaklarından sürenler yıllarca mekteplerinde onlara ateizmi öğretmişlerdi. İnsanı, insan yapan temel değerler yüreklerinden sökülüp atılmak istenmişti. Müslüman olan bu halkı zorla değiştirmeye çalışmışlar, özlerine ait bütün güzellikleri yüreklerinden söküp atmaya çabalamışlardı yıllarca. Şimdi ise Hasan ve arkadaşlarının yaşayış tarzı, davranışları ve hareketleri sürgünden dönen halka kaybettikleri değerleri, yitirilen Cennetlerini hatırlatmıştı.
Kırım’da sürgün yıllarının o korkunç yaraları sarılmaya çalışılıyordu. Sürgünden dönenler zor şartlarda da olsa kendilerine ev kurup hayatlarını sürdürüyorlardı. Hasan ve arkadaşları maddi ve manevi olarak ellerinden geldiği kadar onlara bu zor günlerinde yardımcı oluyorlardı. Kimi zaman yaşlı ninelerden, dedelerden sürgün öncesi Kırım’ı dinliyorlardı. Nasıl da benziyordu kendi dedelerinin, ninelerinin anlattıklarına. Bazen yaşlı bir nine bir Anadolu Türküsü’nü söyleyiveriyordu. Öğretmen Hasan’ın gözleri o zaman dalıyordu, çok uzaklara. Kırım Tatarlarının yaptığı duaya bütün gönlüyle iştirak ediyordu: “Allah bir daha sürgün göstermesin”. Amin, Amin, Amin.
Mustafa Arslan