ÖMER FARUK EREN
Genç Polonya döneminin ikinci dönem şairleri arasında yer alır. 14 Kasım 1878’de Lviv’de doğdu. Lviv’deki 5. Klasik Gymnasium’da lise bitirme sınavını geçerek hukuk çalışmalarına kaydoldu. Felsefe ve Romantizm filolojisi derslerine de katıldı. Lviv Üniversitesi’nde okurken Akademik Okuma Odası Derneği’ne üye oldu. Ayrıca 1898-1899’da Krakow’da yayınlanan “Młodość” akademik dergisinin yayın kurulu üyesi olarak çalıştı. 1900 yılında “Płanetnica” şiir grubuna katıldı. Çok seyahat etti, özellikle İtalya’yı ziyaret etme konusunda istekliydi. 1902-1903’te Fransa’nın başkentinde yaşadı. Dört yıl boyunca “Lamus” (1909-1913) ve “Museion” (1911, 1913) dergileriyle işbirliği yaptı. 1909’dan 1914’e kadar, B. Połoniecki’nin Polonya Kütüphanesi Kitapevi tarafından yayınlanan ve seçilmiş felsefi metinlerin yayınlandığı “Symposion” Kütüphanesi’nin editörlüğünü yaptı. Hukuk, felsefe ve filoloji okuduğu Lviv şehrine çok düşkündü. Bunun izlerini şiirlerinde görmek mümkündür. Eğitim hayatının kalanını İtalya’da ve Paris’te bulunduğu yıllarda tamamladı.
1901’de Güç Üzerine Düşler kitabı yayımlandı. Leopold Staff bu kitabıyla 20. yüzyılın en iyi Polonya şairleri arasında yerini aldı. Daha sonra “Ruhlu Gün” (Dzien duszny)(1903), “Mavi Kuşlara” (Ptakom niebieskim) (1905), “Çiçekli Dal” (Gałąź kwitnąca) (1908) ve “Saatin gülümsemeleri” (Uśmiechy godzin) (1910) olmak üzere, Genç Polonya dönemi konuları ve ideolojisini taşıyan beş şiir kitabı yayınladı. Staff, uzun yaşamış bir şair olarak dört kuşak Polonya şiir okuyucusu için önemli eserler üretti. Buna ek olarak, 1909-1914 yıllarında, Leopold Staff, B. Połoniecki’nin Księgarnia Polska’sında, Ostap Ortwin’in girişimiyle yayınlanan Symposion Kütüphanesi’nin editörlüğünü yaptı ve Wincenty Rzymowski ile birlikte geliştirilen Pantheon felsefesi serisini devam ettirdi. Sempozyumda, antik çağlardan bu yana Avrupa kültüründen filozofların, yazarların ve sanat teorisyenlerinin en iyi eserlerinin yer aldığı ve her cildinde yazarın da kaleme aldığı bir makale yer alıyordu.
İnterbellum döneminde ve öncesinde iki savaş arası dönem yaşanırken, koskoca bir edebiyat inşa edilmişti. Kendisinden sonra gelen kuşağın şairleri, okuması ve yazdıklarını değerlendirmesi için önce Staff’ın beğenisine sunuyorlardı. Staff bu biçimde Julian Tuwim ve Tadeusz Różewicz gibi büyük şairlerin hocası ve hamisi olmuştur. Usta şair, bu arada öğrencilerinden de çok şey öğreniyordu. Olağanüstü bir incelikle, büyük yeteneğini, egemen olan edebiyat modasına entegre ediyordu. Şiiri, yeni buluşlar ve tekniklerle donanmış değildi ama rafine bir dille ve yüksek seviyeli yazıyordu.
Şairimiz Kasprowicz ve Tetmajer gibi ilk modernist şairin ün kazandığı sırada yazmaya başlamıştı. Bu genç şair onlara öykünmemiş, ilk şiir kitabından başlayarak bireysel stilini ve dünya görüşünü ortaya koymuştu. Üniversite öğrenimi sırasında, doksanlı yıllarda, Staff, daha sonra hayranı olarak yazdıklarını çevireceği Nietzsche’nin eserleri ile tanıştı. Genç şairin ilk şiirleri, bir yandan dekadan atmosferin izlerini, diğer taraftan da Nietzsche’nin düşüncelerinin izlerini taşıyordu. Dekadentizmde, yerleşik toplumsal ve sanatsal düzenin sınırlarını zorlamak, bu sınırların dışına çıkmak isteniyordu. Kötümserliğe, aşırı duyarlığa, karamsar ve marazi temalara yönelmenin gerekliliği vurgulanıyordu.
Alışılmamış, yepyeni birtakım taze imge ve düşünceleri anlatmak için de yeni yeni sözcüklerin uydurulması yoluna gidiliyordu. Kısacası Dekadentizm, yerleşik sanat düzenine karşı bir başkaldırıydı. Bu başkaldırıya katılan, bu yolda şiir yazan ozanlara dekadan adı verilmişti. Bu şekilde de Dekadentizm, Sembolizmin bir ön aşaması oldu.
“Düşlerin Gücü” başlığı bile okuyucuyu güce, etkinliğe ‘üstün insan’ düşüncesine ve XIX. yüzyılın son on yılında insanın içine düştüğü eylemsizlik, güçsüzlük, duyumsamazlık (apati) gibi durumlara yöneltiyordu. Ancak Nietzsche’nin felsefesine olan hayranlığında Staff için de bir sınır vardı; o da Hıristiyan etiğiydi. ‘İyi’, ‘kötü’ kategorisi Staff’a göre temel (absolut) değerlerdi. Ayrıca Nietzsche’nin merhamete ve özgeciliğe (altruizm) karşı takındığı aşağılama tavrına da katılmıyor, özellikle de ahlaksal göreceliği (moral relativizm) reddediyordu. Ne var ki, titizlikle ve özenle sürdürdüğü karakterini ve yüreğini biçimleme çalışmasında, kendisine dönemin geleneklerini ve kültürünü aşan hedefler koymasında hiç kuşkusuz Nietzschevari bir etki vardı.
İlk döneminin en tanınmış iki şiiri gerçekten incelemeye değer, çünkü bu şiirler genç şairin karşılaştığı ve savaşmak zorunda kaldığı sanatsal sorumlulukları ve sorunları açıkça anlatır. Görüşlerinin bir bildirisi olan şiir “Demirci”dir (Kował). Dekadan şiirin mükemmeliğinin doruklarına “Sonbahar Yağmuru” (Deszcz jesienny) adlı şiiri ile ulaştığı söylenebilir. Bu bildirge havası taşıyan şiiri bir Polonya atasözünden esinlenmiştir. ‘Herkes kendi yazgısının demircisidir.’ Ne var ki bu basit sözü, Staff, insan yazgısının bir metaforu haline getirmiştir. Şiirin lirik öznesi, yeteneğin, cesur düşüncelerin derin duyguların, kısacası ruhun tüm hazinelerinin, devasa ve özenli bir çalışma ile gerçek değerler haline getirilebilecek şekilsiz bir madde olduğunu iddia eder. Bu lirik özneyi, kendi kendini biçimleyen, Tanrı’dan, doğadan bağımsız bir insan olarak, yaşamın ritmi anlamına gelen yürek gibi önemli bir organın, kendi başına yapmayı tercih etmesi olarak tanımlar. Şiirde yüreğe ait, ‘cesur, sert, gururlu, güçlü’ gibi her türlü isim ve sıfat tamamlaması, Nietzschevari bir öngörüşle, uzun süren büyük bir çalışmanın sonucunda kendi gücünü ve yeteneğini ortaya koyabileceğini anlatır.
DEMİRCİ
Tamamen şekilsiz bir değerli metal yığını mı
Göğsümde saklanan nedir?
Bir volkan gibi, derinliklerde uçurumları patlatıyorum
Ve onu sert çelik bir örsün üzerine atıyorum.
Neşeli bir cesaretle çekicimin gök gürültüsüyle ona vuruyorum,
Çünkü halletmem gereken önemli ve acil meseleler var.
Çünkü bu metallerden bir kalp yapmam gerekiyor.
Sertleşmiş, cesur bir kalp, gururlu, güçlü bir kalp.
Ama vazgeçersen demirden kalbin ezilecek.
Kırılırsa bil ki çelikten bir darbeye dayanıklı değildir:
Korkunç gök gürültüsü yumruklar seni toza çevirecek!
Dev bir aşk tarafından ezilip ölmek en iyisidir
Eğer kendi zayıflığınız içinde yaşamakla lanetlenmiş,
Ve hastalıklı iktidarsızlığın açtığı yaralarla kirli ve çatlaksanız.
Tercüme: ( Ömer Faruk Eren)
“Sonbahar Yağmuru”nun ruh hali, Kasprowicz ve Tetmajer’in okuyucuları tarafından çok sevilirdi. Dekadan tepkilerin tipik örnekleri olan isteksizlik, edilgenlik, sıkıntı, bu şiirinde çokça görülmektedir. Eğer nakarat kısmı çıkarılacak olursa, Staff’ın Kasprowicz’in marşlarındaki sevilen motifleri yinelediğini görürüz. Rönesans bahçesini andıran bir bahçeyi yok eden üzgün şeytan motifi, dönemin sanatsal ve ideolojik beğenisine uyar. Ne ki bu şiir, dekadan kökenli diğer şiirlerden biçiminin güzelliği ile ayrılır. Polonya edebiyatında, ses benzerlikleri (onomatopea) üzerine kurulmuş ve böylesi bir yetkinlikle oluşturulmuş bir başka şiir bulmak zordur. Şiirin orijinalinin nakarat bölümünde genizden gelen sesler (ą,ę,m,n) gibi seslere rastlıyoruz. Staff neredeyse tüm sıfatları, monotonluk ve depresyon duygularını anımsatan bu sesler üzerine kurmuş. Ancak zıtlık oluşturmak amacıyla da, okuyucuya cama vuran yağmur damlalarını ansıtan şıkırdayan, şakırdayan sesli harfleri de kullanmış. “Sonbahar Yağmuru” adlı şiir, bu gün bile fonetik ve semantik açıdan bir baş yapıt olarak kabul edilir. Bizde Ahmet Haşim’de görülen sembolik ve lirik dile benzer bir anlatım söz konusudur diyebiliriz. Hüznün sonbahar ve ona ait unsurlarla ele alınması bunun bir delili hükmündedir. Fransız sembolizminin erken dönem izleri olduğunu söyleyebiliriz.
Onun Genç Polonya döneminin ikinci kuşak şairlerinden birisi olduğunu unutmamak gerekir. Bir başka deyişle, şair kendisini tümüyle dekadan bir havaya kaptırmamıştı. Modernizmin getirdiği depresyonlar, Nietzsche’nin felsefesine kendini adama, genç şairde belli bir ölçüde görülüyordu. 1905’de yazdığı “Mavi Kuşa” adlı şiir kitabı, modernizmin pesimist havasına karşı hazırlanmış bir panzehirdi adeta. O dönemde yazan sanatçılar, kentsoylu bir yaşamdan kaçarak, bohem düşünceye eğilim gösteriyorlardı. Staff’ın görüşü bunlardan biraz farklıydı. Şaire göre elbette kentsoylu bir yaşamdan kaçınılmalıydı, bu sanatçının sorumlulukları arasındaydı. Ama bu kaçış, alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı ve nihilizmde son bulmamalıydı. Staff’ın önerisi bir çeşit avarelikti. Bizdeki ifadesiyle kalender ve havai bir hayatı teklif etmekteydi. 1905’de yayımlanan “Mavi Kuşa” adlı kitapta yer alan “Çılgınlık Sonesi” (Sonet szalony), şairin bu konudaki düşüncelerini açıkça anlatır.
Genç Polonya dönemi ile ve modernizmle son ayrılığını, “Çiçekli Dal” adlı kitabıyla açıkladı. Kitabın başlığı bile şairin yöneldiği yönü belirtmeye yetiyordu aslında. Şair sıkıntı ve her şeye karşı başkaldırı duygusu ile geçen gençlik yıllarından sonra, yaşamın güzel ve çekici yanlarını keşfedip onu kabullenme dönemine girmişti. Bu kitaptaki şiirlerde kısır iklimler içinde kıvranan ve sorunlarına Nietzsche’nin felsefesinin bile yanıt olmayacağını anlayan genç şairin insanlığın mutluluk kaynağına, antik felsefeye geri dönme isteği açıkça görülmektedir. Bu kitaptaki bir şiir, şairin yeni programını içerir. Dünya, içinde kötülükleri de barındırmasına karşın, bizim için doğruya, oradan da güzele ve olumlu değerlere çıkabileceğimiz tek yoldur.