Recep Atıcı
“Nelson Mandela’nın yaşamından ilham alan sayısız insandan biri de benim. Yaşadığım müddetçe ondan öğrenmeye devam edeceğim. İlk siyasi eylemim, hayatımda politikaya dair yaptığım ilk şey ayrımcılık karşıtı bir protestoya katılmaktı. Mandela’nın söylediklerini ve yazdıklarını okudum. Hapishaneden çıktığı gün benim için insanın korkularının değil umutlarının peşinden gittiğinde neler yapabileceğini hissettim.”[1]
Bu satırlar, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın Kara Kıta’nın beyaz yüzü olan Mandela’nın vefatının ardından söylediği sözlerdir. Yazıya başlık olarak aldığımız; “Önemli olan derinin rengi değil, değerlerinin rengidir.” ifadesi ise hem kendisi hem de içinde yaşadığı toplumun hürriyeti uğruna ömrünü harcamış Mandela’nın hayat felsefesini anlatmaya yetmektedir.
Mandela’nın hayat serüveni, modern insanlık camiasına hiç yakışmayan, tefessüh etmemiş her vicdanı sızlatacak kadar acı, keder, ızdırap barındıran ve bu yönüyle tarihin yüzüne kara bir leke olarak kaydedilen bir dramdır. O, bu gün dünyanın en saygıdeğer devlet adamlarından biri olsa da yaşadığı acılar onu boğmaya çalışan bir ahtapotun kolları gibidir. Bu yüzden onun hayatı, günümüzün en sıra dışı ve en etkileyici hikâyelerinden biridir.
Doğumu ve Eğitim Yılları
O, 18 Temmuz 1918 tarihinde G. Afrika’nın Doğu Cape eyaletindeki bir köyde dünyaya gelmiştir. Dedesi Thembu, aşiretin kralı olup babası ise kabile şefidir. Annesi ona, Rolihlahla Dalibhunga adını vermiş olsa da kendi aşireti onu “Madiba” diye çağırır. İngiliz öğretmeni ise ona “Nelson” ismini takar. Annesi Hristiyanlık inancına bağlı olduğu için, orta öğrenimini Metodist mezhebine bağlı okullarda okur. Hukuk eğitimini ise sadece siyahların kabul edildiği “Fort Heyr Üniversitesi”nde alır. Burada siyasi hadiselere karıştığı için okuldan uzaklaştırılır ve yarım kalan eğitimini Vitvaterstrand Üniversitesi’nde tamamlar. İlk avukatlık bürosunu, 1952 yılında Johannesburg’da açarak ülkesinin ilk siyah avukatı unvanını alır.[2]
Özgürlüğe Giden Uzun Bir Yürüyüş
Onun gençlik yıllarında, yerli halkın beyazlara karşı olan hak mücadelesi gündemin birinci maddesidir. Mandela, bu yüzden henüz 25 yaşındayken Afrika Milli Kongresi’ne (ANC) katılır ve ANC’ın Gençlik Kolu’nu kurar. 1950’ye gelindiğinde daha aksiyoner bir yapılanmayı savunan Mandela, defalarca tutuklanır. Onunla baş edemeyen baskıcı yöneticiler her zaman olduğu gibi iki seçenek sunar. Aslında bu hepimizin bildiği ve tanıdığı bir yaklaşımdır. Çünkü her devirdeki diktatörlerin, tiranların ve zalimlerin davranış biçimi olan bu seçenek; “Ya bendensin ya onlardan” şeklindedir. O da haklının yanında olmayı tercih eder. Bu tercihi sebebiyle 155 arkadaşıyla beraber vatana ihanet ithamıyla suçlanır. Dört yıl süren duruşmaların ardından adalet tecelli eder ve haklarındaki suçlamalar düşer.
Mandela ve arkadaşları her ne kadar serbest kalmış olsa da ülkedeki ırk ayrımcılığı hız kesmeksizin devam etmektedir. Özellikle siyahların nerede yaşayıp nerede çalışacaklarını belirleyen kanunların çıkmasıyla durum daha da kötüye gider. 1960 yılına gelindiğinde ise polis, barışçıl direniş gösteren Mandela ve arkadaşlarına orantısız güç kullanır ve 69 siyahın ölümüne sebep olur. Mandela, o sırada ANC’ın başkan yardımcısıdır ve bu olay bardağı taşıran son damla olur.
Aslında Mandela, hürriyete âşıktır ve sevdasının peşinden koşmaktadır. O gün itibariyle Güney Afrika, sadece insanlarının renginin kara olduğu bir kıta değil, aynı zamanda yirminci yüzyılın da ırkçı ve baskıcı en karanlık yönetimlerinden biriyle idare edilmektedir. Uzun yıllar toplumun yüzde on üçünü oluşturan beyazlar, ülkeyi istedikleri gibi yönetmektedir. Durum bu olunca insanlar, ekmek yerine elbette hürriyeti talep eder.
İşte siyasiler, bu son hadiseyi bahane ederek Mandela’yı halkı kışkırtarak hükümeti devirmek gibi ağır bir itham ile suçlar ve kara kıtanın efsanevi lideri Mandela’yı ömür boyu hapse mahkûm eder ve ülkeyi bir baştan bir başa yarı açık ceza evine dönüştürürler. Mandela, yargılandığı o meşhur Rivonia davasında, özgürlük ve insan hakları konusundaki görüşlerini şöyle açıklar: “Ben, bütün insanların uyum ve eşit imkânlara sahip olduğu, beraberce yaşadığı, demokratik ve özgür bir toplum idealini benimsedim. Bu, benim gaye-i hayalimdir ve bu uğurda gerekirse ölmeye hazırım.”[3]
Maalesef güçlünün haklı olduğu bu kara kıtada Mandela, cezasının 18 yılını, “Pollsmoor” hapishanesine nakledileceği güne kadar Cape Town açıklarındaki “Robben” adasında geçirir. Her ne kadar hürriyeti elinden alınmış gibi görünse de burası, onun için bir eğitim merkezi haline dönüşür. Onun burada kazandığı tecrübeler, -tıpkı Yusuf (as)’da olduğu gibi- yıllar sonra barış ve kardeşlik içinde yaşayan bir toplum inşa etme sırlarını öğretir. Bunu da şu vecizesiyle tarihe not düşer: “Hayattaki en büyük zafer hiç düşmemek değildir, asıl olan her düştüğünde yeniden ayağa kalkmasını bilmektir. Şayet dünyayı değiştirmek gibi bir düşünceniz varsa, kullanabileceğiniz en güçlü metot eğitimdir.”[4]
1980 yılına gelindiğinde sürgündeki avukat ortağı Tambo, Mandela’nın serbest bırakılması için uluslararası bir kampanya başlatır. Kampanya tam 10 yıl sonra (1990) sonuç verir ve hükümet, Mandela ile görüşmeye mecbur kalır. Sonrasında Mandela serbest bırakılır ve ülkede bütün ırkları temsil eden bir demokrasi kurulması için görüşmeler başlar. Hayatını özgürlüğe adayan Mandela’nın o günlerde özgürlük üzerine söylediği şu veciz ifade tarihin sayfalarında yerini alır: “Özgür olmak, sadece birisinin zincirlerini kırması değildir. O aynı zamanda başkalarının hürriyetini artırmak ve başkalarının hürriyetine saygı duyacak şekilde yaşamaktır.”[5]
Demokrasinin kurulması için yapılan görüşmelerde Mandela, hem kendi taraftarlarının hem de ırk ayrımı karşıtlarının yaptığı insan hakları ihlallerini araştırmak üzere bir “Uzlaşma Komisyonu” kurar. Ayrıca ülkesindeki siyahların hayat standartlarını iyileştirmek için çok sayıda sosyal ve ekonomik programı halka tanıtır. 1996’da çoğunluğa dayalı merkezi bir hükümet kuran ve azınlıklara yönelik ayrımcılığı yasaklayan yeni bir anayasasının yapılmasını sağlar. Bundan beş ay sonra da her kesiminden oy alarak demokratik bir seçimle cumhurbaşkanı seçilir.
Mandela’yı özel kılan, kendi renginin temsilcisi olarak verdiği mücadeleden ziyade peygamber varislerinde ancak görebildiğimiz yüksek ahlaki değerlerdir. Zira o, gençlik yıllarının hapiste geçmesine sebep olanlara karşı kalbinde hiçbir kin ve nefret taşımaz. Bunu, BBC’ye verdiği bir mülakatında şöyle açıklar: “Bizlere bunca haksızlığı reva görenleri affetmeliyiz. Eğer affetmezsek, kırgınlık ve intikam duyguları hep var olacaktır. Bu yüzden geçmişi unutmalı ve önümüze bakmalıyız. Geçmişte yaşanan acıların bir daha yaşanmasına da asla izin vermemeliyiz.”[6]
Mandela’nın Kitapları ve Verilen Ödüller
Mandela, özgürlüğe giden uzun bir yürüyüşün ardında gelecek nesillere yol gösterecek bir çok esere imza atar. Yazdığı bu eserler, hayatın içinden konuların ele alındığı, sosyal gerçekliğin vurgulandığı ve aynı zamanda toplumun ihtiyaçlarına cevapların verildiği önemli kaynaklardır. Bu yüzden kendisi her ne kadar bugün hayatta olmasa da fikirleriyle nesilden nesile yaşayacak ve ABD eski başkanı Barack Obama’nın da dediği gibi, “O artık bize ait değil. O çağlara ait”[7] bir kişiliktir. Bu yüzden, dünyada yaygın olarak kullanılan birçok dile tercüme edilen eserlerinden bazıları şunlardır: “Özgürlüğe Uzun Bir Yürüyüş (1994), Ölmeye Hazırım (1965), Nelson Mandela’nın Hapishane Mektupları (2018), Kendimle Konuşmalar (2010), Mandela (1996), Onun Kendi Sözleri (2003) Madiba Büyüsü (2004)”
Mandela, yaşadığı toplumu değiştirmesi bakımından modern politikacılar arasında en takdir edilenlerden biridir. Bunun neticesi olarak 40 yıl içinde yüzden fazla ödül almıştır. Bu ödüllerden bazıları şunlardır: Nehru Ödülü, Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü, UNESCO’nun Simon Bolivar Ödülü ve 1993’te De Klerk ile beraber aldığı Nobel Barış Ödülü’dür. Türkiye’nin 1992 yılında kendisine verilmesini istediği Atatürk Barış Ödülü’nü Türk Hükümetine yönelik “insan hakları ihlalleri suçlaması” nedeniyle kabul etmez.
Bütün bunların yanında dünya dinleri parlamentosu (DDP) yüzyılın son toplantısını 1-8 Aralık 1999 tarihlerinde Cape Town’da yapar. Çeşitli din ve inançtan 6000 civarında kişinin katıldığı bu toplantıda alınan kararlar, tıpkı BM’nin kararları gibi tüm dünyaya ilan edilecek ve aykırı davrananlar uluslararası kamuoyu önünde kınanacak ve teşhir edilecektir. Bu toplantının Cape Town’da olması bu yönüyle ayrı bir anlamı vardır.
Bu toplantıda Mandela, şunları dile getirir: “Eğer dini inancım olmasaydı bana yapılan zulüm ve işkencelere dayanamazdım. Mücadele ruhumun temel aksiyonunu oluşturan imanımdır. Şayet bugün burada size hitap ediyorsam, bu, dini inancımın bir sonucu ve Allah’ın bir lütfudur. Bizler hapishanede iken dış dünya ile irtibatımız kesikti. Ancak Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi dindar insanlar ve gruplar bizi yalnız bırakmadılar. Onların sayesinde hapishaneden eğitilmiş insanlar olarak çıktık. Bu nedenle, 21. yüzyılın çatışmaların değil de barışın egemen olması gereken bir yüzyıl olması için dinlere ve dindar insanlara çok büyük vazife ve sorumluklar düşmektedir. Bu bağlamda bu parlamentonun anlamı daha da büyümektedir.”[8]
Nizamiye Külliyesi ve Mandela
Mandela, ömrünün son günlerinde bir güzelliği daha hayata geçirir. O da Ali Kervancı’nın kendi imkânlarıyla yapmayı planladığı Nizamiye Külliyesi’dir, Bunun için Kervancı, Mandela’dan randevu talep eder ve kendisine 24 saat geçmeden randevu verilir. Yanına gitmeden önce bazı protokol kuralları hatırlatılırsa da Kervancı, odaya girince “No protocol” diyerek onu kucaklar. Görüşme boyunca Kervancı’nın elini bırakmayan Mandela, külliyenin maketini inceleyip tebrik ettikten sonra, “Halkın sağlık problemleri var. Keşke bir köşesine klinik açsanız”[9] der. Bunun üzerine proje güncellenerek bir de klinik ilave edilir.
Mandela, en son 2010 Dünya Kupası’nın kapanışında halkıyla buluşur. Bu onun yaptığı son programdır. Daha sonraki günlerde değişik rahatsızlıklar geçirir ve 5 Aralık 2013’te vefat eder. Başkan Zuma onun vefatını, “Ulusumuz en büyük oğlunu kaybetti”[10] diyerek duyurur.
Onun ölümünün ardından; “Nelson Mandela’nın onurla yaşadığı hayatı ve mirasını anıyoruz.” diyen Fethullah Gülen Hocaefendi, ABD’deki Güney Afrika Büyükelçisi’ne gönderdiği mesajda şunları ifade eder: “Olağanüstü zorluklar ve düşmanlıkla karşı karşıya kalmasına rağmen, o misilleme yerine uzlaşmayı seçti ve böyle yaparak, nasıl daha aziz bir hayat yaşanabileceğini gösterdi. Bugün Mandela’nın hayatıyla verdiği dersleri ve hikmetamiz hareket tarzını hatırlarken bu vesileyle bütün insanları insan olarak aziz tutmaya, diyalog yoluyla karşılıklı anlayış, saygı ve barış gibi insanlığın ortak değerlerine hizmet niyetimizi yenilemeliyiz.”.[11]
[1] https://www.voaturkce.com/a/obama-mandeladan-ilham-aldim/1805027.html
[2] https://www.bbc.com/turkce/ozeldosyalar/2013/12/130329_mandela_kimdir_yasam_oykusu
[3] Starfikir, “Sıradışı bir yaşam: Nelson Mandela” 27 Ocak 2017
[4] Starfikir, “a.g.yer.”
[5] https://www.bbc.com/turkce/ozeldosyalar/2013/12/130329_mandela_kimdir_yasam_oykusu
[6] https://www.bbc.com “a.g.yer”
[7] https://www.dw.com/tr/g%C3%BCle-g%C3%BCle-mandela/a-17275201
[8] https://fgulenwebmcs.directrouter.com/~fgulen/tr/basindan-tr/kose-yazilari/Dr-Ibrahim-Ozdemir-Zaman-Dunya-Dinleri-Parlamentosu-ve-Fethullah-Gulen
[9] fgulen.com/tr/basından “Güney Afrika’ya Anadolu Mührü”
[10] Hızır İlyasoğlu “Özgürlüğe Uzun Bir Yürüyüş: Nelson Mandela” Helezon Dergisi, 1 Mayıs 2022