Gerçek eğitimin amacı insana güzel işler yaptırmanın haricinde bu işlerden zevk almasını sağlamaktır. D.Reskin
Günümüzde ilginç şeyler oluyor: İyi eğitim alan insan sayısı arttığı halde görgülü, iyi kalpli, güzel ruhlu insan sayısı azalıyor. Çağdaş okulun görevi, sadece bilgi vermek olmamalı, okul çocukların manevi potansiyelini geliştirmeli.
Çocuğun sadece zihnini değil, ruhunu ve kalbini geliştirmek için kendisiyle ne gibi konularda konuşmalı? Bu mesele, bugün birçok öğretmen için mesleğinin bamtelini teşkil etmekte. Öğretmenlerin duyduğu endişelerin sebebi, çocukların gün geçtikçe modern dünyanın çetrefilliğinde kaybolması, yolunu şaşırması, hassas kimliklerinin yaralanması, tehlikeli ve menfi ne varsa hepsini birer süngü gibi içine çekmesi olsa gerek. Onları nasıl eğitmeli? Nasıl desteklemeli? İnsanın en kıymetli varlığı olan ruhunu muhafaza etmesinde nasıl yardımcı olunabilir?
Büyük Rus pedagog Simon Soloveyçik’in kaleme aldığı “Puşkin Vaazları” adlı kitabına binaen yaptığımız dersleri değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum. Soloveyçik hep yeni bir okulun hayalini kurardı; o hayalindeki okulda öğretmen ile talebe arasında yüksek seviyeli bir diyalog yaşanıyor. Puşkin Vaazları, bir dil öğretmeni ile öğrencisi arasında iyilik ve kötülük, hürriyet ve adalet, mertlik ve korkaklık gibi kavramlar üzerinde geçen diyalogdan ibarettir. Her dersin başında büyük şair Puşkin’den bir mısra okurduk. İşte “Sadaka” adlı bir dersimizden alıntılar:
“Bir önceki dersimizde merhameti konuşmuştuk; bugün ise sadaka üzerinde duralım. İnsanların birbirini sima olarak tanımadığı büyük şehirlerde hepimiz elini uzatıp sadaka isteyen birilerini görmüşüzdür. Belki yaşlı ve hastadır, belki sakattır, belki başına bir felaket gelmiştir, bütün varı yoğu bir yangında heba olmuştur; hayatını kazanamıyordur, kara bahtının altından kalkamıyor ve sokaktan geçenlerden dilenmek zorunda kalmıştır. Zaten genelde öyle hitap eder insanlara: Allahaşkına kim ne kadar verebilirse versin. Bazı insanlar duruyor, cüzdanını açıyor; kimileri ise başını çeviriyor, kendilerine uzatılan eli görmemek için adımlarını hızlandırıyor.
İnsanların dilencilere sırtını dönmesinin hatta kızmasının sebeplerini düşündünüz mü hiç? Basittir: Utanıyorlar. En cimri insan bile, sadaka vermediği için vicdanın derinliklerinde bir kıpraşma hisseder. Yalvaran eli geri çevirmek her zaman ayıptır. İşte bu utanma duygusunu köreltmek için insanlar kendilerini değişik mantık yürütmelerle teselli eder: “Bu şahıs dilenci filan değildir! Topladığı parayı içkiye harcıyordur! Benden fazla kazanıyordur! Ona neden para verecekmişim ki? v.s.”
Bütün bunlar doğru. Dilenenler arasında üçkağıtçılara da rastlanır. Sakat, fakir, mağdur olmayanlar da vardır. Bizim güzel duygularımızı, sızlayan vicdanımızı suistimal ederek paramızı çalıyorlar. Esas soru şu: Birkaç üçkağıtçıdan dolayı kimseye yardım etmeyelim mi? Elini uzatan insanların yanından hiç huzursuzluk duymadan geçmeye mi alıştıralım kendimizi? Utanma duygularımızı bastıralım mı? Bu çok tehlikelidir. Ar, haya, utanma duyguları insana yakışan hislerdir; bunları görmezden gelerek yaşamaya alışırsak başımıza neler gelir neler? Hiç düşündünüz mü: Siz kendiniz istemeyi mi, vermeyi mi tercih ederdiniz? Hayatınızın sonuna kadar dilenmeyi mi sadaka vermeyi mi yeğlerdiniz? Herhalde vermek, istemekten kolaydır. Vermek, almaktan kolaydır. Veren insan haz duyar, tatmin olur, ruhu aşağılanmaz, yükselir.
Şimdi sabah. Fakat akşam da gelecek. Uyumadan önce şu soruyu sorun kendinize: “Bugün kime yardım ettim?” Aramızda dilenci yok ama, o gün size yalvaran birilerini görmeden geçmiş, görmezden gelmiş olabilir misiniz? Birilerine yardım ettiğini bilen bir insanın ne kadar rahat uyuduğunu hatır layın!
Dersten sonra öğrencilerim konu ile ilgili kompozisyon yazdılar. Bu çalışmalardan bazılarını dikkatinize sunarak dersimizin hedefine ulaşıp ulaşmadığı konusunda size genel izlenim vermek isterdim. Çocuklarımızın ruhunu terbiye etmekte ne kadar başarılıyız?
“Tabi ki ben de bu tür vakalarla karşılaşmışımdır ve tabi ki benim de başımı çevirip yoluma devam ettiğim olmuştur. Bu durumlarda hissedilen utanma duygusunun yabancısı değilim. Ancak bir insana yardım etmenin verdiği sevincin tadını da biliyorum. Çok merhametli olduğumu iddia edemem fakat katı kalpli olduğum da söylenemez. Merhamet sadece maddi meselelerde tezahür etmez. Bazen fakir bir insana güzel bir söz söylemek, karnını doyurmak, gece kendisine evimizin kapısını açmak yeterli olabilir. Bazılarına tuhaf gelebilir ama, fakirlere ve öksüzlere bütün varını yoğunu vermeye hazır olanlar var. Birbirimize karşı merhametli olalım, hepimiz benzer duruma düşebiliriz!” K. Sitnikova (8 sınıf)
“Merhamet bir tavsiye, bir ipucu bir teselli sözü olabilir. Maddi değilde manevi şeyler ön plana çıkabilir. Birbirinize yardım edin!” Neçeporuk T. (8. sınıf)
“Bir insana yardım etmek, ona para verip uzaklaşmak, uzaklaşırken de göze alınan para ve vakit kaybını düşünmek değildir. Bir insana yardım ederken ona ruhunuzun bir parçasını veriyorsunuz. Ruhunuzun hangi parçasını verirseniz insanın hayatı, sağlığı o yönde etkilenir. Eğer kalbinizden kopardığınız kuruş size vermenin hazzını tattırıyorsa, kuruşu alan kişi sadece madden değil ruhen de zenginleşir. İnsanlara yardım ederken kendimize yardım ediyoruz.” Majirov P. (8 sınıf)
“Bana öyle geliyor ki, merhamet sadece dilencilere sadaka vermek değil, yanımızdaki insanları affetmek, iç dünyalarını anlamak, kusurlarını hoşgörmek, kötü şakalarını, aşağılık davranışlarını unutmak. Gerçekten merahmetli olan bir insan herşeyin kıymetini bilir, kendi kıymetini de. Bencil değildir, aksine sakin, istikrarlı, yumuşak ve saf kalplidir. Zira ‘Merhamet’ kelimesi (miloserdiye), yumuşak kalpli (milıy serdtsem) ifadesinden türedi.” Koryakina A. (8 sınıf)
Çocukların doğru eğitilip eğitilmemesi, bütün milletin refah düzeyini belirler. “J. Lock”
Kamil ADAM