Gelirim dediydin… Gelmedin. Gelseydin, burada bahar gelmeden açan çiçekleri gösterecektim sana. Ve yaz gelmeden yetişen meyveleri…
O kadar güzel açıyor ki çiçekler burada. Yüzleri öyle masum, dilleri öyle samimi. O kadar güzel meyveler yetişiyor ki burada. Saçları gün ışığı, gözlerinden sevgi damlıyor her bakışlarında. Bazen yağmur yağıyor yanaklarından şıpır şıpır, inciler dökülüyor gözlerinden pıtır pıtır. Bazen yüzlerinde gökkuşağı beliriyor. Bazen de güneş utanıyor doğmaya, onlar sımsıkı sarılınca dualarına. Ve ardından. Ardından dallar çiçek açıyor, çiçekler meyveye duruyor, bahar geliyor…
Mevsim bilmiyor burada çiçekler, aylar sevgi olunca. İklim bilmiyor meyveler, günler hoşgörü olunca. Aylardan sevgi, günlerden hoşgörü olunca her mevsim bahar kokuyor. Gönüllerde çağlayanlar gibi ferahlık çağlıyor, güller çevresine gülücükler dağıtıyor, gamzeler çakıyor. Bir yaprak hışırtısı. Bir ırmak çağıltısı. Bir kuş cıvıltısı. Sonra tatlı bir meltem. Etrafa gül kokuları yayılıyor…
Hoşgörü, çok güzel ve çok özel bir kelime. İnsanları engince kucaklamak, sımsıcak karşılamak demek. Dayanmak, katlanmak, tahammül etmek demek. Affedilebileceğimiz her şeyi affetmek, farklı düşüncelere saygı göstermek, kusurlara göz yummak demek. Hoşgörü, kabul edilmesi mümkün olmayan düşünceler karşısında yumuşaklıkla hareket; hoşgörü, merhamet etmek. İnsana, mesleğine ve fikrine bakmadan saygı göstermek. Herkesi kendi konumunda kabul ederek, ‘‘Yaratan’dan ötürü yaratılanı sevmek’’ demek.
Hayata hoşgörüyle bakınca insan, hadiseler yumuşuyor. Yapılan iyi hareketler değer buluyor. Ortaya konan güzel işler daha bir iyi görünüyor. Gül yaprağına yazılan gülden ifadeler gibi göz kamaştırıyor. Kumrunun yuvasına dönüşü gibi mutluluk veriyor. Hoş davranışlar güzellikleriyle büyüyor büyüyor, yerlere göklere sığmaz oluyor. Hatalar büyütülmüyor, dikkate alınmıyor, görülmez oluyor. Kusurlar küçülüyor küçülüyor, bir iğnenin deliğine sıkışıp kalıyor, rahatsız etmiyor.
Burada, güzel baktığı için güzel gören, güzel gördüğü için güzel düşünen, güzel düşündüğü için hayatından lezzet alan, birbirinden güzel ve birbirinden değerli dostlar var. Ama ne dostlar! Hoşgörüyle bakanın geniş olur yüreği. Yüreği geniş dostlar. Hoşgörüyü onlarda gördüm ben.. Gelseydin bir bir anlatacaktım sana.. Dikenli gülü herkes görür.. Bakmasını bilip de dikende gül gören ‘’hoşgörü bakışını’’ anlatacaktım sana…
Gelirim dediydin… Gelmedin. Gelseydin burada öğrendiklerimi anlatacaktım sana bir bir. Hoşgörü, iyilikleri iyilikleriyle alkışlayan, düşeni kaldıran el diyecektim. Kötülükleri iyilikleriyle savan, gönüllerden coşan sel diyecektim. Ne baharı belli ne de yazı, kışta çiçek açan dal diyecektim. Hoşgörü, zorda kalmışların haline dil ve en güzeli de, sevgiyi bilenlere gül diyecektim…
Saygı görmek istemeyen, hoşgörü ve müsamaha ummayan var mıdır dünyada? Ya da sevgi beklemeyen? Küçük bir çocuk, yaramazlıklarından ötürü anne ve babasından müsamahalı olmalarını ister. Yerinde duramayan bir öğrenci, okuldaki taşkınlıklarından dolayı öğretmenlerinden hoşgörü bekler. Suçlu, karakolda polislerden, mahkemede hakimlerden af diler. Küçük büyüğünden, müstahdem müdüründen, memur amirinden, asker komutanından her zaman hoşgörü ve müsamaha ister. Kim istemez, etrafında sevgi ve hoşgörü meltemlerinin esmesini? Ve kim beklemez, muhabbet hisleriyle kucaklanmayı?
İnsan için en büyük teselli ve ümit kaynağı affedilmektir, merhamettir, hoşgörüdür. Hepimiz, dünümüzün ve bugünümüzün sevgi, saygı ve hoşgörü ikliminde geçmesini arzularız. Yarınlara da öylesine emin ve endişesiz yürümek isteriz. Ama sevgi de, saygı da, hoşgörü de liyakat ister. İnsanları sevmeyen sevilmeye layık değildir. Başkalarını affetmeyenin af beklemeye hakkı yoktur. Etrafındakileri hoşgörüyle kucaklamayanın müsamahaya liyakati olamaz. Bu dünya etme bulma dünyası değil midir? Eden bulur. Yeren yerilir. Seven sevilir. Affeden affedilir. Hoşgören de hoşgörülür…
Affedilmenin yolu affetmekten geçer. Bağışlamasını bilmeyen bağışlanmaz. Taşlanmaya götürülen bir günahkar karşısında eli taşlı kalabalığa, Hazreti İsa aleyhisselam şöyle seslenmişti:
— İlk taşı, hiç günahı olmayan biri atsın!
Bu sözden sonra artık bu işe kim yeltenebilir? Taşlanacak başı varken, başkasını taşlamaya kim cesaret edebilir?
Affetmenin ve hoşgörmenin ölçüsü bellidir. Bu insani değerler, layık olanlar için geçerlidir. Başkalarının hakkının söz konusu olduğu bir yerde müsamaha göstermek, kimsenin hakkı değildir. İnsanlara acı çektirmekten zevk alan kişileri hoşgörmek ve onları affetmek, insanlığa karşı bir saygısızlıktır.
‘‘Geleceğin dünyası kinin, nefretin, şiddetin, kavganın, savaşın üzerine değil, sevginin, hoşgörünün, birbirimizi kabullenmenin üzerine bina edilecektir.’’ İşte bu yüzden, yeni nesle verilebilecek en büyük armağan onlara hoşgörü bakışını ve affetmeyi öğretmek olacaktır. “Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz.” Öğretmen okulda, anne-baba evde çocuğa karşı hoşgörülü olmalı. Eğer bir çocuk hoşgörü ile yaşarsa, sabırlı olmayı öğrenir. Sabır acıdır, meyvesi ise tatlı. Hoşlanmadığına sabredemeyen, hoşlandığını elde edemez ki.
İçimin en iç yanı. Bunları anlatacaktım sana uzun uzun. “Hiç kimseye hor bakma, incitme, gönül yıkma’’ diyen dostlardan; hoşgörüyü bir muska gibi giysisine değil yüreğine takan kahramanlardan bahsedecektim. Sana ümitlerimizi, solmayan günlerimizi anlatacaktım. Açılan kapıları, kapıları açanı. Hoş gelenleri. Hoş bulduk diyenleri. Özlenen gelince, özleyenin gözlerindeki gökkuşağının renklerini anlatacaktım.
Yürek taş gibi olunca kalpler kırılır, gönüller yıkılır. Toprak gibi olunca dostluklar kurulur, güller açılır. O halde saygı toprak, sevgi güldür. Hoşgörü ise bir gül bahçesinin adı.
Gelirim dediydin… Gelmedin. Gelseydin kucaklayacaktım seni doyasıya. Ta gönle uzanasıya. Çayımızı kendi ellerimle her zamanki gibi yine ben demleyecektim. Çay, yalnızlığa hüzün taşır. Sohbete ise muhabbet. Muhabbet demleyecektim. Ve gül bahçesinde hoşgörüyle olgunlaşan muhabbet güllerini anlatacaktım sana…
Yılmaz SADIKLI