Polonya edebiyatı Polonya’nın siyasal birliği, dış istilalar ve iç bölünmelerle sık sık kesintiye uğradığı için milli edebiyat geç gelişmiş ama bir kez ortaya çıktıktan sonra da Polonyalıların kültürel ve siyasal kimliğinin sürdürülmesini sağlayan başlıca kurumlardan biri olmuştur. Polonya’nın ilk edebi dili 10.yüzyılda hıristiyanlığın benimsemesiyle birlikte kullanılmaya başlayan Latinceydi. Polonya dilinde yazılan edebiyatın en eski örneği XIII. yy.sonunda Bogurodzica başlıklı dinsel bir şiirdir.
Polonya edebiyatında İnterbellum (1918-1939) dönemini; ikinci Polonya Cumhuriyeti (1918-1939) dönemi diye deadlandırailiriz. Bu dönem Polonya edebiyatında son derece dinamik bir rol oynar. Polonya’nın bağımsılığına kavuşmasıyla ile sosyo-politik gerçeklik kökten değişti. Büyük oranda, bu değişikliklerinden türeyen sanatçılar ve yazarlar için bu kolektif değişim benzersiz bir gelişmeydi. Yeni avangart eğilimler ortaya çıkmıştı. Yirmi yıllık interbellum dönemi şiir alanındaki hızlı gelişme ile işaretlenen, bölünmemiş ve yüzyılı aşkın bir tesirle eksilmeden devam etmiştir. Polonyadaki bu on yıllık dönem net yapıcı ve iyimserken, yaklaşan savaşın karanlık vizyonları Pawlikowskanın şiirlerinde de net bir şekilde görülmekteir.
24 Kasım 1891’de Polonya’nın Krakov kentinde, Kossak ailesinin üç çocuğundan ilki, ressam bir dedenin torunu ve ressam bir babanın kızı olarak dünyaya gelen Maria Pawlikowska Jasnorzewska, küçük yaşlardan itibaren sanat ortamı içinde büyümüştür. Öyle ki, ailesinin sürekli konukları arasında, dönemin ünlü sanatçıları yer almaktadır. Sanatçı bir aileden gelen bu üç kardeş, bir anlamda aile geleneğini bozmayacak ve üçü de ülkelerinin sanat yaşamına katkıda bulunacaktır .Maria, sonraları Polonya’nın en ünlü kadın şairleri arasına girerken, kız kardeşi Magdalena bir hiciv yazarı olarak ünlenecek, erkek kardeşi ise, babasının ve dedesinin yolundan giderek, bir ressam olacaktır. İlk küçük şiirlerini çocukluk yıllarında yazan Pawlikowska, aynı zamanda ilk resim çalışmalarına da başlar. Resme olan ilgi ve yeteneği nedeniyle Krakov Güzel Sanatlar Akademisi Resim bölümünde eğitim görür. Ancak, onun tutku ile bağlı olduğu sanat dalı resim değil, şiir olacaktır. Başından üç evlilik geçen şair, olgun bir sevgiyi ve dingin bir mutluluğu, yaşamının son on dört yılını birlikte geçirdiği üçüncü eşi Stefan Jasnorzewski’de bulabilecektir. Pawlikowska’nın 1922’de “Niebieskie Migdaîy” (Mavi Badem Ağaçları) adlı yapıtı ile profesyonel anlamda başlayan şiir serüveni, II. Dünya Savaşının başlamasıyla (1939) yön değiştirmiş ve öldüğü güne dek (1945) farklı bir çizgide yol almaya devam etmiştir.
Pawlikowska 1922’den 1939’a dek olan bu ilk dönem şiirlerinde kadını, onun aşkını, duygularını anlatırken, savaşın başlamasıyla, değişen yaşam koşullarının da getirdiği haklı sonuç gereği, sanatçılığının bu ikinci döneminde savaşı ve savaşın insan ruhunda açtığı derin yaraları anlatır. Pawlikowska yazın sahnesine Polonya’nın politik ve sanatsal tarihinde benzeri olmayan bir dönemde çıkmıştır. I.Dünya Savaşının bitimiyle (1918) birlikte kavuştuğu bağımsızlığını her alanda olabildiğince yaşayan bir Polonya’dır, dönemin Polonya’sı. 1795’de, dönem Avrupa’sının üç güçlü devleti (Avusturya, Rusya, Prusya) tarafından işgal edilerek, I. Dünya Savaşının bitimine dek, 123 yıl boyunca bir esarete mahkum edilmiş, nice savaşlar, acılar, yokluklar ve yok oluşlar görmüş Polonya, artık bağımsız, yepyeni bir devlettir ve geçmişte yaşananları unutmak istemektedir. Dönem Polonya’sında sanatçılar da, üzerlerine düşen görevi büyük bir istek ve azimle yerine getirircesine, 123 yıldır süregelen zorunlu geleneği bozmuşlar ve artık yapıtlarında politik konulardan, savaşlardan, acılardan dem vurmak yerine, büyük bir sadelik ve doğallıkla, yaşam sevinci ile mühürlenen günlük yaşamı yansıtmaya başlamışlardır. 123 yıl sonra Polonyalıların avuçlarına konan böylesi özgür bir dönemde yazın sahnesine çıkan Pawlikowska da, sanatında dönem geleneğine uygun bir çizgide yol almıştır. Şair, şiirlerinde, özgür Polonyalılara uzun esaret döneminde savaşlar, ölümler, yok oluşlar nedeniyle unuttukları bir duygudan – aşktan söz etmiştir. 123 yıl boyunca, üzeri kalın bir toprakla örtülerek gömülmüş olan bu duygu, Pawlikowska’mn şiirleriyle Polonya yazınında yeniden doğmuştur adeta. Dünya Savaşları arası dönem özellikle şiir alanında yeni kuşak şairleri ile temsil edilirdi. Skamander grububundan J. Tuwim, J. Lechon, 1924 yılında kız kardeşiyle Türkiye’ye yaptığı yolculuğun sonucunda yazdığı Yelpaze (Wachlarz) başlıklı toplu şiirlerinde Türkiyeyi anlatırken Pawlikowskada Türkiye’ye ne için gidilir (Po coz jechac do Turcji) şiiriyle hem avangard hem de skamander edebi anlayışını yansıtarak dünya ile olan kültürel bağlarını güçlendirmeye çalışmışlardır.
Şair XX. yüzyılın yirmili yıllarında yaptığı Türkiye gezisi sırasında, özellikle İstanbul’dan çok etkilenmiş ve bu etki altında bu şiiri yazmıştır.
Neden Türkiyeye Gidelim?
Çimlerdeki tüy topları mum gibi parlar
Ve bahçe hastalıklı esrarengiz bir rüya ile titrer
Neden Türkiye’ye gidelim?
Soluk hilal, Boğaz’ın üzerinde yükselir.
Kapının arkasında tramvay çalıyor, toz dolu, çöküyor,
burada, uzun, kesilmemiş çimen rengarenk bir halı
ve atkım Peygamberin bayrağı gibi yeşil.
Savaş toplumların kendi içine gömer ve yaşadıklaeı acılar başkalarını görmelerine mani olur. Bu sebeple acılardan geçen Polonyalıların Pawlikowska’nın aşk şiirine hasretle sarılmış olduklarını söylemek, pek de abartılı bir belirleme olmasa gerek. Bu nedenledir ki, Pawlikowska’nın şiiri olumlu tepkiler almış ve hak ettiği değeri kazanmıştır. Pawlikowska, yoğun bir bireysel lirizmin gözlendiği ilk yapıtı “Niebiskie Migdaly'”(Mavi Badem Ağaçları) ile bir anda dikkatleri üzerine çekmiştir.
Bu dönemde, Polonya şiirine yön veren iki önemli grupsal çıkış gözlemliyoruz. Bu gruplardan ilki ve daha popüler olanı‘Skamander’ grubudur. Programlarını programsızlık olarak açıklayarak yazın yaşamına giren grubun üyeleri, sade ve doğal bir dille kaleme aldıkları şiirlerinde günlük yaşamı yansıtmışlardır. Awangarda Krakowska (Krakov Avangardı) adıyla ve bir programla yazın yaşamına giren ikinci grubun üyeleri ise, bilmeceye yakın bir forma sahip olan mecaz anlayışlarıyla kaleme aldıkları şiirlerinde, ‘kent-kitle-makine’ konulu eserler vermişlerdir. Farklı çizgilerde etkinlik gösteren bu iki grubun buluştukları, bir başka deyişle, buluşturulduklarınokta Pawlikowska’dır. Pawlikowska,
Skamanderlerin sade dilini, Avangardların ise mecaz anlayışını onun şiirlerinde buluruz.
Bunun nedeni, Pawlikowska’nın, o döneme dek Polonya yazın sahnesinde yer edinmiş tüm kadın şairlerden farklı olarak, şiirlerinde hemen göze çarpan özgür, cesur ve uçarı kadın kimliği ve bu kimliği büyük bir içtenlik, doğallık ve cesaretle taşıyabilmesidir. Şair, 20. yüzyılın değişen kadınını sunmuştur okuyucusuna.
Fırlatılmış cennet vari batik yastıklar üzerinde
Ölüyorum tatlı tatlı – acısız, ölüyorum çığlıksız – sessizce
Perdenin ardına gizlenmiş zaman, kımıldıyor bir kelebeğin kanadıyla
Ve bitkin alnım giderek düşüyor aşağıya
Kutba dokunuyorum nihayet ve eriyor kar saçlarımın arasında
Ve ulaşıyorum hışırdayan çimenlere rugan ayakkabımın topuğuyla
Uzanmış yatıyorum ateşle yanan ekvatorda, sıcak ülkelerde
Ve batikten alaca renkli ipek yastıklar üzerinde
Bir asrı aşkın bir süre boyunca savaşlar ve acılar yaşayan Polonya halkının şair ve yazarları, bu süre boyunca vatansever duygularla Polonya halkına güç vermişlerdir. Ancak, I. Dünya Savaşının bitimiyle Polonya özgürlüğüne kavuşmuş ve Polonyalı için güzel günler başlamıştır artık. Polonya Edebiyatında her şeyden önce, en güzel aşk şiirlerinin unutulmaz şairi olarak bilinen Pawlikowska, I. Dünya Savaşının bitimiyle (1918) kazanılan özgürlüğün alabildiğince yaşandığı bir dönemde edebiyata girecek, bir kadın gözüyle ve bu dönem karakterine uygun olarak, olabildiğince özgürce kadını anlatacaktır.
“Pawlikowska, Skamander grubunun sadelik ve doğallığını, Avangardların kuramı olan çağdaş mecaz anlayışını ustaca birleştirmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, İki Dünya Savaşı Arası Dönem edebiyatında Pawlikowska, bu dönemin pratik şiir faaliyetlerinden ve en iyi kuramsal prensiplerinden bir özet çıkararak, çelişkileri ideal bir biçimde birleştirmeyi başarmıştır. Şair gerçekten de altın bir merkezdir.” Gerçekten de, Pawlikowska’nın, özellikle minyatür şiirlerinde nükte önemli bir rol oynamakta, şair, okuyucunun dikkatini espriye çok yakın bir karaktere sahip olan bu nüktede yoğunlaştırmayı başarmaktadır. Bunun en güzel örneği aşağıdaki dörtlüğüdür.
AŞK
Bir ay oldu seni görmeyeli
Ve hiç. Biraz solgunum sanki,
Biraz uykusuz, daha çok suskunum belki
Ama havasız da yaşanabileceği besbelli !
Aşağıdaki örnek dizeler, şairin sevgiliden gelecek mektuba duyduğu özlemini anlattığı “Listopad i Listonosz” (Kasım ve Postacı) şiirindendir:
Kara kasım, sarı biraz da
Elinde tutuyor toprak ıslak aynayı.
Ağlıyor özlem acısı evin camında
Ne mektup var, ne de postacı !
Aşağıdaki dizeler ise, şairin “Kto chce, bym go kochala” (Kim isterse, onu sevmemi) adlı şiirinden alınmıştır.
Kim isterse, onu sevmemi, bir banka oturabilmeli
Ve solucanları, en küçük otu merakla izleyebilmeli
Ama heyecanlanmalı, guguk kuşu öttüğünde örneğin
Ya da ağaçkakan inatla gagaladığında gümüş örtüsünü şimşirin.
GÜL
Gülüşten ve bir konuktan yoksun bu bahçede
Yanında duruyorum çiçek açmış gülün.
İşte biziz güzelliğin tanıkları yegane,
Ben onun, o ise benim güzelliğimin.[8]
Aşağıdaki örnekte ise, şairin yaşlılık nedeniyle, aşkı kaybetme korkusu belirgin durumdadır.
BEKLEYEN KADIN
Bekliyor, bakıyor saatine kendi yıllarının
Atkısını kemiriyor sabırsızca.
Kararıyor, soluyor dünya ardında pencerenin
Belki de çok geç artık bir konuk karşılamaya.
Aşağıdaki şiirinde ise savaşın, tüm kötülüklerine rağmen, sürekli var olamayacağını, bir gün mutlaka sona ereceğini vurgular şair :
Savaş – ağır bir günah. Şeytanın yavrusu.
Onunla uzlaşmıyor kimse, herkes küçümsüyor onu.
Ama, bir güzellik var bu tehlikeli serüvende,
Çarçabuk ulaşır göklere çünkü, geçici bir güzellik bu.
Aşağıdaki dizelerde, şairin savaş sırasında duygu dünyasında gerçekleşen kaçınılmaz çöküş gözler önündedir:
Ne bir tel var aramızda,
Onunla ulaşacağı uzak yere haberlerin!
Ne bir örümcek ağı hatta
Ne de bir nilüfer, tutunmak için
Hani gökyüzünün gölünde kapkara,
Hani boğulup gittiği sevincin.
Yukarıdaki dizelerden de anlaşılacağı gibi, savaş öncesi dönemde, aşka ve bir sevgiliye duyulan özlem motifi, aile ve vatan özlemine, yaşlılık karşısında duyulan çaresizlik ve yaşlılık sonucu aşk şansını kaybetme korkusu doğrultusunda gelişen umutsuzluk motifi, savaş karşısındaki çaresizliğe ve umutsuzluğa dönüşmüştür.
Savaşın işaret verdiği tarlalar arasında,
Bol mahsul veriyor kırmızı haşhaşlar kanla.
Küçük yaban otları uğulduyor tümsek üzerinde,
Hani meçhul yiğitlerin yattığı sonsuz uykuya…
Polonyalı edebiyat eleştirmenlerinin büyük bir kısmı, her ne kadar, şairin İki dünya savaşı arası dönem eserlerinde var olan yaşam sevinci ve mutluluk duygusunun aavaş dönemi eserlerinde var olmadığını, savaşın, onun duygu dünyasında bir çöküş gerçekleştirdiğini ve bu dönem eserlerinde, önceki dönem eserlerinde var olan artistik yönlerin bulunmadığını iddia etmişledir. Her kadın şair gibi hassas bir ruha sahip olan Pawlikowska’nın bundan etkilenmemesi de zaten mümkün görülmemektedir. Zira “Şiir insana, insanın benliğini ve bilincini belirleyen çevre koşullarına bağlı olarak değişip gelişir.”