İkinci Dünya Savaşı’nın keşmekeşi içinde 1945 yılında hayata gözlerini açan şair; Ukrayna’nın Polonya ile sınır ili olan Liviv’de doğmasına rağmen orada hiç yaşamadan ailesiyle vatanına dönüş yapmıştır. Çocukluğunu Silesio ve Gliwice’de üniversite yılllarını ise Krakow’da geçiren şair; şiir, düzyazı ve deneme türlerinde pek çok seçkin ödülün sahibidir. Döneminin önemli dergilerinin (Student, Odra) editör ve yazar kadrosunda yer alan şairimiz 68 kuşağının bağımsız edebi akımının tanınmış simalarından biri olarak 1982 yılından beri Paris’te yaşamını sürdürmektedir. ‘Zeszyty Literacie’ editör ekibinde yer alan Zagayevski; ayrıca ABD Houston Üniversitesinde ‘Yaratıcı Yazım’ dersleri de vermektedir.
Fransız edebiyatından Rilke en çok etkilendiği şairdir. Şiiri kendi dilinin sesiyle yazmayı seven şairimiz düzyazı ve denemelerinde ise evrensellik kriterlerine uyduğu için İngilizce’yi tercih etmektedir. Zira şiirin tercüme edilemeyeceğini ve ancak dilin içinden çekilip kurulmuş bir aktarımla ifade edilebileceğini savunmaktadır. Bu bağlamda da sembolik ve dilin özüne inen, çevrilmesi zor olan şiirleri ve şairleri kendine yakın görüp mikyas kabul etmektedir. Polonya edebiyatından Wislowa Symborska, Zbigniew Herbert (özellikle Herbert O’nun sevdiği bir dostu ve önem verdiği bir şairdir),Tadensz Rozewich ve Miron Bratoszewski onun bu türde bir anlatıma sahip olduğunu düşündüğü şairlerden bazılarıdır.
Polonya Lirik şiirinde 18. yy büyük bir ehemmiyet arz eder. 1798 yılında işgale uğrayan Polonya’nın bütün devlet kurumları yıkıma uğramış olmasından mütevellid bu dönemin şiirlerinde Polonya’nın ulusal kimliğini ve vatanseverlik algısını destekleyen bir dil ve anlatım kullanılması mecburiyet arz ederek kaybedilen birliğin ve vatanın birleştiriciliğinin pekiştirilmesi için önemli bir aygıt durumuna gelmiştir. İşte bu dönemin önemli isimleri olan Ewa Lipska, Stanislaw Baranczyk, Ryrzard Krynicki ve Adam Zagayevski bu şartlarda şiir dünyalarını inşa etmişlerdir. Seksenlerin sonlarında bağımsızlığını elde eden Polonyanın ünlü şairleri Czeslaw Milosz ve Wislawa Szymborskanın Nobel’e aday gösterilmeleri sürpriz değildir. Zira yaklaşık 200 yıla yakın bir zaman verilen bağımsızlık mücadelesinin şiiri getirdiği noktadır. Haliyle de şiirin derdi olanların etkili bir anlatım aracı olduğunu söyleyebiliriz.
Zagayevski’nin Türkçe’ye çevrilen bir eseri olmadığı için bazı şiirlerini elimizden geldiğince Türkçe’ye aktarmaya çalıştık. Edibimiz şiirlerini Lehçe, deneme ve düzyazılarını ise İngilizce yazan şairimiz Polonya edebiyatının yaşayan en ünlü ve adı her yıl Nobel Edebiyat Ödülleri’nde geçen en önemli isimlerinden biridir. Şair; “şiir sanatının günümüzde artık eskisi kadar çok söylenmeyen bir şarkı gibi olduğunu” söylerken, şiirdeki ritim ve terennüme serbest nazım alanında şiirler yazan bir edip için şaşılacak derecede önem verdiği görülmektedir.
Zagayevski kendini tarif ederken ; şair, deneme yazarı ve okur olarak ifadelendirir. Ona göre deneme şiire eşlik eden en uygun edebi türdür. Bilindiği üzere denemede, ispat veya delil aramaksızın fikir ve duyguların doğrudan bir aktarımı söz konusudur. Okur; yazarın diline ve kendini anlatış biçimine yönelerek bir bağ kurar. Kendine veya hayatına ait bir yakınlık onu yazara bağlar. Şiir ve denemenin bu bağlamdaki benzerliği Zagayevski’yi denemeye yönlendirmiş olabilir.
Zagayevski ana dil dışında şiir yazılabileceğine inanmamaktadır. Şiir tercüme edilen bir edebi tür değildir. Bir şarkının nota ve melodisi gibi bir duygu aktarımı söz konusu olduğu için dil şiir için bir enstrüman hükmündedir. Farklı dillerde yani farklı enstürümanlarla aynı duygu ve ses aktarımının olması söz konusu değildir. Enstrümanların farklı olması durumunda aynı notalar kullanılsa bile farklı bir ses aktarımının olacağı aşikardır. Dil bir ses iletişimi olduğu için şiirin başka bir dile tam anlamıyla dönüştürülmesi mümkün değildir.
Şair (Houston 6. pm adlı şiirinde) :
‘Şiir cesaretle hayata çağırır bizi
Büyüyen gölge karşısında’
Zagayeski şiirin hayatın içinden beslenmesi gereklidir tezini özetlercesine dizelerini sıralamıştır. “Büyüyen gölge” ifadesiyle; geçen zamanı, kaybolan gençliği, gelecek endişesini, akşamın yaklaşmakta olduğunu bize çağrıştırma yoluyla yansıtmaya çalışmaktadır.Şiir ona göre “hayatın içinden çıkan ve hayatla beslenen bir sanat dalı” olduğunda bir değer ifade etmektedir. Bu yönüyle de elbette mücadelesi ve cesareti de hayata ve onun getirdiklerine karşı olmalıdır. Şiir günlük hayatın içine doğar. Mistik bir rüya, havalarda dolaşan bir iksir değildir. Bu anlamda şiirdeki sesler hayatın içinde var olan bizi geçmişe götüren veya şimdiyle gelecek arasında köprü kuran duyguların ifadelendirilmesidir. Ahmed Hamdi’nin güvercin kanatlarında duyduğu an ile Orhan Veli’nin yoğurtçu çıngıraklarında özlediği zaman buna bir örnek teşkil edebilir. Ona göre şiir mutlaka günlük hayata ait unsurlarla beslenmelidir. Onun ‘Otoportre’ şiirinde bunu daha net olarak görebiliriz.
‘ Bilgisayar, kalem ve daktilo arasında geçiyor günümün yarısı.
Bir gün yarım yüzyıl olacak bu.
Yabancı şehirlerde yaşıyorum ve yabancı insanlarla bana yabancı gelen konular hakkında konuşuyorum bazen.
Çok müzik dinliyorum: Bach, Mahler, Chopin, Şostakoviç.
Gücü, zaafı ve acıyı buluyorum müzikte, üç şey.
Dördüncüsünün adı yok bende.
Şairleri okuyorum, yaşayan ve ölü şairleri;
Azmi, inancı ve gururu öğreniyorum onlardan.
Büyük filozofları anlamaya çalışıyorum
Çoğu zaman küçücük bir parçasını anlıyorum o değerli düşüncelerin ama.
Uzun yürüyüşler yapmayı seviyorum Paris sokaklarında;
Kıskançlığın, öfkenin ya da arzunun harekete geçirdiği diğer insanlara bakmayı;
Elden ele geçen ve yavaş yavaş o yuvarlak formlarını kaybeden( ve imparatorlarının yüzü silinen) bozuklukları gözlemeyi.
Yanımda ağaçlar büyüyor, hiçbirşey söylemeden
O umarsız yeşil mükemmelliklerinden başka.
Siyah kuşlar yürüyor tarlalarda,
Bir şey daha bekliyorlar gibi, İspanyol dulları gibi sabırla.
Artık genç değilim ama benden yaşlılar var hala.
O derin uykuyu seviyorum, bir gün artık olmadığımda
Ve köy yollarında hızla bisiklet sürmeyi,
Açık gökyüzündeki bulutlar gibi silikleşirken kavaklar ve evler yanımsıra.
Bazen müzelerde gördüğüm tablolar bir şey diyorlar bana,
Ve bütün ironileri kayboluveriyor o anda.
Karımın yüzünü izlemeyi seviyorum.
Her hafta pazar günü, babamı arıyorum.
İki haftada bir arkadaşlarımla buluşuyorum,
Böyle gösteriyoruz birbirimize sadakatimizi.
Ülkem bir kötülükten kurtuldu. Ama isterim ki
Bir diğer kurtuluş daha izlesin bunu.
Benim de bir faydam dokunur mu?
Bilmiyorum.
Denizin çoçuğu değilim ben,
Antonio Machado’nun kendisi hakkında yazdığı gibi,
ama havanın, nanenin ve çellonun çocuğuyum
Ve koca dünyanın bütün yolları kesişmiyor,
Şimdilik bana ait olan bu hayatın patikalarıyla.
(Çeviri: Bülent Kale)
Adam Zagayevski’nin 90’lı yılların ortalarında Paris’te yazdığı bu dizeler bize onun şiir anlayışını güzel bir şekilde göstermektedir. Onun hayatın bütün üniteleriyle kurduğu iletişim çok gerçek ve dokunulabilir öznelerle bezelidir. Hayata karşı duruşu şuurlu bir başkaldırısı olmasına rağmen sessiz bir ağaç gibi, her insanın mükemmel bir güzelliğe sahip olduğunun farkına vararak kendini keşfetmesi gerektiğini bize hissettirir. Zamanla kurduğu bağ ve geçmişe ait özlemleri Orhan Pamuk’un ‘Yeni Hayat’ romanındaki kahramanların geçmişe ait objelerle kurduğu bağa yakındır. Müzedeki tabloların şimdiki zamana ait söyledikleri şair için bir ironi arz etmektedir. Ama çocukluğuna dair manalar bisiklet, köy yolları, evler ve kavak ağaçlarıyla bir bütün arzederek bugüne bir değer katmaktadır onun için.
Şair bir denemesinde; şiirin en son solacak sanat dalı olduğunu söylerken; buna sebep olarak insanın kendini ifade etme ihtiyacının bitmeyecek bir zaruret hali olduğunu belirtir.
Zagayevski şiirlerinde gelenekselle deneysellik arasında bir yerde durmaktadır. Yeniliğe açık ama gelenekten kopmayı kabul etmeyen bir edebiyatçı olarak karşımızda durmaktadır. Kökü atide bir mazi olmayı tercih ettiği gibi Türk Edebiyatı’ndan da en çok Mevlana ve Nazım Hikmeti seviyor olması da bir tesadüf olmasa gerektir. Dili sade ve imgelerle dolu olan şair sisler içinde net olanı göstermeyi tercih etmektedir. Susan Sontag ‘Another Beauty’ adlı otobiyografik çalışmasında şairin şiiir anlayışını şu şekilde betimler. ‘Hem ışık hem gölge’ Zagayevski’nin şiirinin en önemli özelliğidir.
Bana çocukluğumu geri verin
Konuşkan serçe cumhuriyetini
Sıralanmış sınırsız kuş yuvalarını
Ve çekingen orman baykuşunun gece hıçkırıklarını…
(Asymmetry: Poems 2018-Çeviri: Soner Berat Eren)
Genel ve hayatın içinden seçilen mısralarda geleneksel bir anlatımla serbest nazmın iç içe olduğunu görebiliriz.
Zagayevski’nin arkadaşı ve döneminin şiir anlayışını yansıtan önemli şairlerinden Herbert’in ölümünden sonra kaleme aldığı yazısında bize şunları aktarır:
‘ Anıların Başlangıcı,
Hatıraların; bildiğimiz ve hayran olduğumuz hafızanın sakin ve durağan olmasının getirdiği hal üzerinde(bizden bile uzakta) yaşamak. Belleğin henüz sentez yapmadığı, bütünsel bir vizyon elde etmeye çalışmadan sadece bir noktadan diğerine sükûnetle dolaştığı anlardayız. Tıpkı sınıfta oynayan çocuklar gibi bir sıradan diğerine umarsızca atlıyoruz. Kendimize diyoruz ki : Meaux gezisini hatırlıyor musunun? Zbyrzed bir noel şarkısı söylerken Berlindeki paskalya gecesinde.Ya St. Louis ziyaretini…
Herbert’in ironisini ve mizahını duyuyoruz. Bunda huzur, umutsuzluk ve yas var. Tam anlamıyla modern bir şair olmasına rağmen aynı zamanda tüm eserleri gelenek sevgisiyle dopdolu olan.
(First Edition ‘Zeszytu Literackie’No:68 Autumn 1999. Çeviren: Soner B. Eren)
Şair aslında arkadaşınının şiir anlayışını bize aktarırken kendi şiirinin de özellikleri hakkında bize ip ucu vermektedir.
Sontag Zagayevski için: “O harika bir şairdi. Şiirleri; en büyük duygu ve entellektüel bir zevk, bizimle konuşan sıradışı bir ses ve ulvi bir histi. Birlikteliğin yalnızlığı bozduğunu ve aşındırdığını söyleyen şairin yalnızlığa karşı olan keskinliği ‘dünyanın yırtılmış bir köşesinden’ çıkan bir yazar olmasından kaynaklanmaktadır. Yalnızlık Zagayevski’nin onayladığı ama üzücü bulduğu kabul edilmesi gereken bir gerçeklikti.
Şairin medyadaki görüntüsü; dik, mesafeli ve düşünceli bir insanın halidir. Bir çok kez onun konuşmalarında ‘sahne’ dediğini duyarız. Bu aynı zamanda medyanın doğasıdır. Çünkü çoğumuz nasıl konuştuğunu dinlemek yerine birinin nasıl göründüğünü izlemeye daha eğimlidir. O; mizahla dopdolu bir kişiliktir. Düşünce ve teşhislerinin parlaklığı ve ince bir ironi ile desteklenen kişiliği onun ayırıcı bir kılan hususiyetleridir. Onunla tanışan her kişi Polonya’nın entellektüelleri arasındaki en zeki kişilerden biri ile karşı karşıya olduğunu bilir.”
Sonag, Zagayevskinin felsefe üzerine yaptığı çalışmaların ve konuya olan hakimiyetinin kitlelerin onu anlamasını zorlaştırdığından bahseder. “Zagayevski’yi anlamak; gerek edebi bilgisizlik ve az okumak ve gerekse felsefi duyarlılık icap ettiren bir birikime sahip olmamak zor bir hale sokmaktadır. Şiirlerin içeriğini kavrama yeteneğinden yoksun bir çok genç şair anlamak yerine şiddetli bir eleştirel yaklaşımla gerçeklikten uzak bir bocalama içersindedir.”(Another Beauty, çeviri: Soner B.Eren)
Tadeusz Sobolewski şairin şiirlerini şu kalın çizgilerle çizerek bize aktarır:
Zagayevski şiirlerinde; güzellik ve korku her zaman bir aradadır. Güzellik hep bir korkuya düşse de bu onun dünyanın sorunlarından bir kaçış anlamında ele aldığı bir yaklaşım değildir.Tam tersi korkuya karşı bir meydan okumadır. Onun şiirlerini, ilk olarak sıkıyönetim zamanlarında yayınlanan ‘Birlik ve Yalnızlık’ isimli makaleleriyle paralellik içinde okumak daha iyidir. O, muhalif hareketle ilişkiliydi. Yazıları yeraltında yayınlanmasına rağmen vatan için acı çeken yas tutan şair rolünü benimsemeyi red eden bir tutum içinde bulunmayı tercih etmişti.
Zagayevski yakın zamandan günümüze kadar uzanan çizgide okunmaya ve anlaşılmaya değer çok önemli bir kişiliktir. Edebi geçmişi Polonya’nın bağımsızlığıyla eş değer bir maziye sahiptir. Polonya’yı, edebiyatını ve hayata bakışını anlamak için şairimizi anlamak önemli bir adım olacaktır. Başka bir çalışmamızda bu gayretin içinde bulunmaya çalışacağız. Zagayevski’nin Fransız Edebiyatı’ndan etkilendiği yönler, Türk Edebiyatı’ndaki benzer uslup ve anlatıma sahip şairlerle mukayesesi zannedersem
onun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Ayrıca şairin şiirlerinin Türkçe’ye aktarılması da bizler için bir hedef olarak önümüzde duran seçeneklerden biridir.
Ömer Faruk Eren (Varşova – 2020)