Kalabalık konferans salonunda, mesleğinin doruğunda bir avukat,o gün mezun olacak hukuk öğrencilerine hitap etmek üzere kursuye geliyor. Herkes meslekten söz edeceğini zannederken O, hayatı anlatıyor: – Hepiniz kişisel yaşamınızı bir kenara koyup çok çalışabileceğinizi kanıtladınız’ diyor bilge hukukcu , ama unutmayın ki , ölüm döşeğindeki birinin; ‘Keşke işime biraz daha zaman ayırabilseydim’ dediği duyulmamıştır. Çocuk sahibi olacak kadar şanslıysanız, onların göz açıp kapayana kadar büyüyeceklerini ana babalarınız size söyleyecektir.Buna ben de tanıklık edebilirim. Çocuklarımıza hikaye okuma, onlarla balığa çıkma, yakalamaca oynama ve birlikte dua etme fırsatını Tanrı ancak belli bir ölçüde bahşeder bize… Bunlardan birini bile kaçırmamaya özen gösterin. Nasıl olsa işiniz, çocuklarınız gittikten sonra bile, orada sizi bekliyor olacaktır. Bu konuşmadan 6 hafta sonra yaşlı avukatın intihar haberi geldi.Kimbilir neyin pişmanlığıyla kıymıştı canına. . . Hayata veda ederken, en çok kiminle vakit geçiremediğine yanmıştı kimbilir. Bu öyküyü RobParsons’un ’60 Dakikalığına Baba’ adlı kitabında okudum.Avukatın son konuşması, tüm babalara bırakılmış bir vasiyet mektubu gibiydi. Birkaç yıl önce parlak bir iş teklifi almıştım.Mesleki kariyerimin doruk noktası olabilirdi, lakin her gün saat 20.00’de ‘görevde’ olmam gerekiyordu. Teklifi duyduğum anda o saatin, oğlumun banyo saati olduğu geçti aklımdan. Hayatta başka hiç bir şeyin beni o banyo seansı kadar mutlu edemeyeceğini düşündüm, ama bunu, teklifi yapanlara söyleyemedim. Anlayacakları şüpheliydi. Bir bahaneyle reddettim. Yine de, geçen birkaç yıl içinde saat saat başkalarına dağıttığım zaman hazinesinden, oğluma pek az pay düştü. Yapılacak işlerim, yazılacak yazılarım, bakılacak telefonlarım vardı. Ama küçük bir sandala diz dize kurulup uzak bir kuleye doğru kürek çekme keyfine hiç vakit yoktu hayatın içinde… Onunla bir cam bardağın pamuktan toprağına limon çekirdeği ekip büyümesini izleyemedim örneğin. Yeni yeni, yarım yarım söylediği şarkılara eşlik edip bu dueti bir kasete kaydetmeyi cok isterdim; olmadı… Bir cümle ben söyleyip, bir cümle Ona söyleterek hiç yoktan bir masal yaratmayı ve düş güçlerimizi yarıştırmayı tasarlamıştım; hazırdan yemek daha kolay geldi. Hayat öyle ters bir denge kurmus ki, onların en cok ilgi istedikleri dönem, onlarla en az ilgilenebileceğimiz dönem aynı zamanda. . . Bizim vaktimiz bollaştığında ise, onların bize ayıracak vakti kalmıyor. ‘Ben aslında Onun için çalışıyorum’, sıkça sarıldığımız bir bahanedir,ama Ona hiç bir zaman ‘Daha çok parası olan bir baba mı istersin, daha çok seninle olan bir baba mı diye sormamışızdır. Babalık için uçurtma almak yetmez, birlikte uçurmak gerekir. Daha hiç uçurtma uçuramadık, ama keyfini sürdüm; sabahları yanağımda ıslak bir buse ve başucumda sen, bir ‘Günaydin babacığim’ sesi ile Uyanmanın… ‘Hadi sarılıp yatalım babacığım’ çağrısıyla başlayan gecelerde, o sihirli ‘Seni Seviyorum’u kulağıma fısıldadıktan sonra yanaklarımı avuc içlerinin parantezine alıp uykuya çekilince gözkapaklarına yerleşen huzuru izlemenin tadına vardım. Mavinin neden mavi olduğunu, kışın havaların neden soğuduğunu, kuşların nasıl uçtuğunu yeniden ve en bastan ogrenmenin. Rakiplerim sayılan Cici Can’dan, Casper’dan, Power Rangers’tan, Ricky Martin’den daha ilginç olmaya calışmanın. Ve konuşmaya başladığından beridir beni ‘takip ederek’, hatalarımı da sevaplarımı da aynen tekrarlayan bu sevimli papağana, duvara kazılı boy tablosundaki çizgiler yükseldikçe yükselen bir tutkuyla bağlanmanın tadını çıkardım. Annesiyle birlikte bezini değiştirmiş, mamasını yedirmiş, pişiklerini kremlemiş olmanın; zayıf bacakları ilk adımını attığında elini tutmanın, dilinden ilk sözcük döküldüğünde birlikte coşmanın heyecanını tattım. Sonunda beklenen gün geldi: Hayatımın ilk ‘Babalar Günün Kutlu Olsun’unu işiteceğim bugün. Belki Onun karaladığı bir resim, ilk hediyem olacak. Kitaptaki örnekle, bisikletinin selesine arkadan yapışacağım gunler başlıyor şimdi. O, selenin emin ellerde olduğunu bilmenin güveniyle öğrenecek pedala basmayı. Bir süre sonra farkettirmeden cekecegim ellerimi… Bisiklet, artık yetişemeyeceğim kadar hızlanacak ve O, uçup giderken, ben biçare; ardından bakakalacağim. Epey bir zaman önce, bendim selede babamın güvenli ellerini hissederek pedal çeviren… Zamanla hızlanarak katettiğim koca bir hayatı , şimdi oğlumda en baştan, yeniden izlemek üzere selenin arkasına koyuyorum ellerimi…. 70 yaşındaki babam geçen gün ‘Torunumu ilkokula götürene kadar sıkacağım dişimi…’ dedi. İnsanın boğazını düğümleyecek kadar hazin ama gercek… Torunla dede arasında bir tahteravalli gibi uzaniyor yaşam. Birini aşağı çekerken, diğerini yükseltiyor. Birinden eksilen öbürüne ekleniyor adeta. Bütün hüznüne rağmen yine de bir zafer çoşkusu var bu devir teslim töreninde… O yüzden, bugün babanızı yanınıza, oğlunuzu kucağınıza alıp Freiligraht’in ‘Devrim’ şiirindeki dizesini gururla haykırabilirsiniz: ‘Vardım. . . varım. . . var’ Yaşam bisikletinin selesinde.
Can Dundar