YAVRU SERÇE
Ali Cöre
Aracının camından yol kenarında çiçeklerin arasındaki serçelerin çığlıklarını işitti. Hepsi birden otların üzerindeki yavru serçenin çevresine konup kalkıyorlardı.
Bu gün hava rüzgarlıydı. Belli ki rüzgarın şiddetinden yavru serçe yuvadan düşmüş ve can havliyle uçmaya çalışmış ama çok ileri gidemeden otların arasına konmuş.
Daha hazır değildi. Kanatları tam gelişmemişti. Uzun uzun uçup daldan dala konamıyordu. Annelerinin çığlıkları arasında onunda çığlığı fark ediliyordu.
Artık tehlikeye açık bir halde idi.
Tekrar yuvaya nasıl dönecekti.
Arkadaki araçların korna sesleri ile yeşil lambanın yandığını fark etti ve arabasını sürdü.
Yüreği o serçenin yanında kalmıştı.
Yıllar önceydi. O da bir serçe yavrusu gibi erkenden yuvadan uçmak zorunda kalmıştı.
O gün camları buğulu ve duvarlarına çiğ çay kokusu sinmiş bodrum katında bulmuştu kendini.
Kapının hemen ağzında taburelerden birine konuvermişti.
Kalabalık ve gürültülü bir yerdi. Kimsenin ne dediğini anlamıyordu.
Sadece uğultuları yarıp gelen kahkahaları fark edebiliyordu.
Kapının ağzındaki bu çocuk belli ki daha ileriye gitmeye, kalabalığa girmeye cesaret edememiş, ürkek ve utangaç haliyle oracığa pusuvermişti.
Hemen birilerinin dikkatini çekti. Mavi beyaz formalarıyla birkaç genç kız çocuğun yanına geldi. Aralarına aldılar.
İçlerinden biri çay ocağından oralet getirdi.
Önce istemedi. Utandı. Ama ablalar onun halini anlamışlardı. Eline tutuşturdular. Elma yanakları kıp kırmızı oldu. Titrek elleri ile sıcak oraletini içerken yavaş yavaş konuşmaya başlamıştı.
Ablalar soruyor o da cevap veriyordu.
-Nerelisin
-Taşköprü
-Yeni mi geldin
-Evet..Biraz önce
-Ama çok geç kalmışsın. Okullar açılalı iki ay oldu. Nerdeyse yazılılar başladı bile.
Yazılı mı? O da neydi ki?
-Ay ne kadar da küçük..
-Gerçekten de öyle..
-Kaç yaşındasın sen?
-On buçuk..
-On buçuk mu.. Ha ha haa
-Ay tıpkı kardeşim gibi.. Nasıl da zordur. Şimdi bu.. Annesinden ayrıldı geldi buraya..
-Biz kesinlikle kıyamayız kardeşimizden ayrılmaya.. Hele bu yaşta..
-Aman sen de çocuğun yanında konuştuğun şeye bak.. Görmüyorsun ne kadar üzgün.. Sen de önü sıra konuşuyon.. Biraz daha konuş da ağlat çocuğu.
Yuvadan düşen yavru serçe gibi titriyor ve kalp atışları bütün vücudundan görülebiliyordu.
Kızlardan biri Murat diye birine seslendi.
-Bak Murat Çam bak bu senin hemşehrinmiş. Yeni gelmiş. Sen ilgilenir misin? Yazık daha hiç bir yeri bilmiyor.
-Adın ne senin..
-Ali abi..
-Taşköprülü müsün
-Evet abi..
-Valizin bu mu?
-Evet abi..
-Gel valizini şuraya koyalım.. Ben şimdi son derse giricem. Zil çalınca gelirim. Dolaphaneden dolabını buluruz. Eşyalarını yerleştiririz. Burada beni bekle emi…
Zil çaldı. Bodrumda kimse kalmadı. Çaycılar aceleci bir şekilde masalardaki boş bardakları topluyor, yerleri süpürüyordu. Arada bir kızlardan bahsediyorlardı.
-Oğlum kafayı yedin sen. Deli İsmail bi duyarsa bunu.. İkimizi de eşşek sudan gelinceye kadar döver. Sakın ha..Okul dışında ne ….yersen ye.. Ama burada göz ucuyla bile birine bakıyım deme.. Gerçi onun her yerden haberi olur ya..
-Hem sen kimsin onlar kim?.. kolay mı oğlum öyle bu işler? Onlar koskoca Abdurrahman Paşa lisesinde okuyor.. Sen de lisenin kantininde bir çaycısın.
-Ee n’apalm yani.. biz de lise mezunuyuz.. Üniversiteyi kazanamadık diye ölelim mi.? Hem belki bu sene kazanırım..
-Oğlum boş ver öyle hayalleri. Topla da bi an önce çıkalım şurdan..
Konuşulanları can kulağı ile dinledi. Seyretti. Hızlı bir şekilde toparlanıp gittiler.
Tek başına kala kalmıştı..
Sessizce oturuyor “kantin” denilen o havasız ve çay kokulu bodrumu inceliyordu.
Dışarısı görünmüyordu. Nemli duvarların tavanla birleştiği yerlerde bazıları yarı açılmış, pek çoğu ise dışardan sıçrayan çamurlarla kirlenmiş ensiz ve dar pencereler vardı.
Burdan dışarı çıkmak mümkün değildi.
Sadece merdivenlerde okulun zemin katına çıkılırdı.
Merdivenlere yöneldi. Zemin kata çıktı. Camekanlar içindeki madalyaları, kupaları tek tek inceledi.
Girişte, kap kalın demirden iki kanatlı ve çok yüksek bir kapı. Kapının dışında “danışma” diye bir yer.
Önünde küçük sürgülü bir camı olan oda.
Camın arkasında iri yapılı sert bakışlı, esmer hatta kap kara o adam hala orada oturuyor. Sonraları ona “Pehlivan” dendiğini öğrenecekti. Daha ilk görüşte korkmuştu ondan. Pehlivana görünmek istemiyordu.
Ayaklarının ucuna basa basa ara yerdeki resimleri inceledi..
Hiç o kadar büyük bir ayna ve öyle büyük bir fotoğraf görmemişti.
Osmanlı döneminde yaşamış bir paşanın resmi aslıydı duvarda. Başında bir fes. İri yapılı. Ak sakallı yaşlı bir paşa. Göğsünde ve omuzunda madalya ve nişan takılmadık yer kalmammış, babayiğit bir adamın resmiydi bu. Pehlivandan da iriydi.
Meğer okulun adı bu paşadan geliyormuş.
Yani meşhur Abdurrahman Paşa.
Çocukcağız nerden bilsin kimdir, necidir, nerelidir bu zat?
Ama belli ki önemli biri. Adına okul yapılmış.
Kapının sağ tarafında “müdür muavini “ yazan odadan bir bayan hoca çıktı.
Anlamıştı çocuğun yeni olduğunu. Çünkü oralarda ders saatlerinde dolaşmak yasaktı. Başına bir iş gelmesinden endişelendiği için olacak ki, çocuğu şefkatle ve kibarca aşağı geri gönderdi.
Çocuk tekrar kantine döndü.
Tek başına oturuyordu. Masaları inceliyordu. Ortadaki kocaman masa dikkatini çekmişti. Masanın üzerinde voleybol filesi gibi file vardı. İlk okulunun bahçesinde bunun daha büyüğü vardı. Arkadaşları ile voleybol oynardı. Arada bir öğretmenleri de katılırdı. Onları hatırladı.
Babasını düşünüyordu. Acaba şimdi Taşköprüye varmış mıydı? Eve ulaşmış mıydı? Annesi sordu mu ki? “Alim nerede, okulu nasıl? Ağladı mı ayrılırken” demiş midir?
Hele kardeşleri sofrada ondan söz etmişler midir?
Keşke gelmeseydi mi buraya? Ne olacaktı bundan sonra? Nasıl alışacaktı? Nasıl dayanacaktı? Başına neler gelecekti?
Halbuki daha bir kaç saate kadar babasının yanında, onun elinden tutarak geziyordu..
Şimdi yalnızdı..
Keşke diğer arkadaşları da kazansaydı. Nedim’de Şükrü’de gelseydi bu okula.
Ama onlar gelmezdi ki. Bir evin bir oğluydu. Onları ailesi zaten salmazdı..
Halbuki buraya kadar gayet neşeli, heyecanlı ve sevinçliydi. İlk okul hocası müjdeyi verdiğinde nasıl da eve koşa koşa gelmişti. Babasına nasıl da anlatmıştı?
Nasıl sevinmişti arkadaşları gibi ortaokula gideceğine?
Kur an kursundan ayrılacağına. İmam olmayacağına. Öğretmen olacağına..
Hele o takım elbise…Ayağındaki deri ayakkabılar. Onu nasıl mutlu etmişti.
Kravat bile almışlardı. Ama nasıl bağlanacağını bir türlü bilemiyordu. Evdekiler de bilmiyordu. İlk işi o gün mahalle arkadaşı Hasan’dan kravat dersi olmuştu.
Kravatı gömleği takımı tas tamamdı. Aynaya baktıkça heyecanlanıyor içi içine sığmıyordu.
Ve çok güzel bir çanta aynadaki resmi tamamlıyordu.
Babası ile ilk kez Kastamonu’ya geldiler. Bir kaç resmi daireye girip çıktılar. Fotoğraf çekindiler. Lokantada yemek bile yediler. Taşköprüye geri döndüler. Çok mutluydu..
Ertesi gün gün tekrar gidip fotoğrafçıdan fotoğrafları aldılar. Notere gittiler. Ve orada hayatının ilk imzasını attı. Nasıl bir şeydi imza atmak? Babası “oğlum adının baş harflerini yazarak karala işte” demişti. O günden sonra hep öyle yaptı.
Bütün işlemleri bitirdiler. Alacaklarını aldılar. Babası ile el ele Abdurrahman Paşa Lisesinin merdivenlerden çıktılar. Upuzun iki direğin üzerinde balkon gibi bir yerin altındaki okulun giriş kapısına kadar geldiler. Karşılarında hapishane kapısı gibi muhkem, demirden kapı vardı. Kapının üzerinde açılıp kapanan küçük bir pencere daha.
Burası nasıl bir yerdi? Kimsenin bu kapılardan izinsiz girip çıkması mümkün değildi.
Kapının arkasında danışma ve danışma oturan o suratsız adam.
Babası ile danışmanın önüne kadar geldiler. Babası elini cebine soktu. Cebinden biraz para çıkarıp oğluna teslim etti.
Çocuk anlamıştı.
-Baba senin yol paran kalmadı. Nasıl gideceksin? Bu sende kalsın. Bana sonra gönderirsin. Hem burada para lazım olmaz ki?
-Oğlum sen beni merak etme. Ben buradan bir arabaya biner giderim. Karaçavuşlardan emanet alıp öderim
Kantinde yalnız başına otururken babasının bu sözleri aklına geldi. Adamcağız cebindeki son kuruşuna kadar çocuğuna harcamıştı..
Artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişti.
Yatılı okul boyunca şu sözleri duyacaktı …
”ya bu deveyi güdeceksiniz, ya bu deveyi güdeceksiniz”..
Serçe kuşu yuvadan erkenden uçmuştu.
Tek başına artık uçmayı öğrenecekti bu okulda..