Metin BİLİR
“Yoksulum, kimsesiz, ufak tefek, gösterişsizim diye
duygusuz, ruhsuz muyum sanıyorsunuz?”
(Jane Eyre/Charlotte Bronte)
Duygusuzluk tüm canlıların, dünyanın ve evrenin acıları karşısında bir şey hissetmeme hali. Her gün insanlar ölüyor, hayvanlar can çekişiyor, bitkiler katlediliyor, zulümler almış başını gidiyor. “Aman boşver!” deyip birazcık olsun kalbinde bir şey hissetmiyor veya “Ben mi kurtaracağım dünyayı? Böyle gelmiş böyle gider!” mantığıyla kalbinde, vicdanında, zihninde zerre bir şey kıpırdamıyor. Kader denilip geçiliyor belki de tedbirsizliğe. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın deniyor.” belki de korkudan. Ama bilmiyor ki o yılanlar ona da dokunacak.
Merhameti eksik olan insanlardan hep çekinmişimdir. Ne kadar donanımlı olurlarsa olsunlar etliye sütlüye karışmaz, insanlık için zerre önemi olmayan şeyleri paylaşır ama yanı başında olan zulümleri, savaşları, canlıya yapılan haksızlıkları görmez, görmek istemezler. Kalbi sanki mühürlenmişçesine kaçarlar gerçeklerden. Sahte mutluluklara yaslarlar sırtlarını. Bu sebeple onlara güvenemiyorum.
İdrak kaybına uğradı mı bir insan onun için de toplum için de tehlike sinyalleri çalıyor demektir. Yaşarken sahip olunan ölü bir ruhtan kimseye fayda gelmez. Ölmüştür o. Bedeni yaşasa bile…
Panait Istrati Akdeniz adlı kitabında “Başkalarının ıstırabı karşısında insan yüreği, bu kadar duygusuz kalırsa her şey boşunadır.” diyor. Ne kadar da doğru söylemiş. İnsan sadece kendine değil başkalarına da faydası olduğunda insandır. Benim kimseye zararım yok diyenler de çıkabilir. Ama senin birilerine faydan olması zararın olmamasından daha iyidir. “En azından kötülüğü yok. Ona da şükür!” deme derecesine geldik. İnsan özü itibariyle insan kalabilmesi için asgari insani özellik göstermek zorundadır zaten. Bu insan olabilmenin koşuludur.
Eğitimi, makamı ne olursa olsun insanlara tepeden bakan, ötekileştiren, onlara bilerek veya bilmeyerek zararı dokunan, empati becerisinden yoksun olan, onlara aldırmayan, hakkına giren, insanların derdini paylaşmayan, araya duvar çeken, küçümseyen, onlara baskı yapan, doğruyu yanlış gösteren, hakikati perdeleyen, set koyan, başkalarının yaşama, eğitim hakkını öteleyen, samimiyetsiz insanlar aslında toplumun özellikle psikologların ilk ilgilenecekleri insanlardır. Topluma zararı büyüktür. Hele bu insanlara, ruh sağlığı normal insanlar, gelecek endişesinden dolayı ses çıkarmıyor, boş veriyorlarsa beraberinde bu insanlar da tedavi görmelidir. Nasıl vücudumuzda hastalıklar için doktora gidiyorsak ruhsal hastalıklar için de psikoloğa gitmek gerekmektedir.
İnsanlara tepeden bakmak, “ben ben” diye kendini vurgulamak bir ruh hastalığıdır.
Konfüçyüs’e göre 3 büyük tehlike vardır:
1- Akıllı insanların DUYGUSUZ oluşu.
2- DUYGULU insanların etkisiz oluşu.
3- ETKİLİ insanların akılsız oluşu.
Zalimin kimden olduğuna bakmaksızın zalimin karşısında olmadan, zulme uğrayanın kimden olduğuna bakmaksızın mazlumun yanında yer almadan sağlıklı bir şekilde bu dünyanın yaşanabilir olacağına inanmıyorum.
Kalbin çürüyünce duygusuz oluyorsun. Kalbimizi her an yoklayalım. Hemen şimdi… Duygusuz bir çağın kurbanlarıyız her birimiz…
Duygusuz olmak kadar dünyada lakin derd yok;
Öyle salgınmış ki me’lun: Kurtulan bir ferd yok!
Kendi sağlam… Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin!
İşte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin!
(Mehmet Akif Ersoy)